İstirahat noktasına hoş geldim. İvit yaklaşık 24,5 saattir Alanya'dayım yine. Her yorgun ve(ya) argın oluşumdaki limanım...
Sayılarla başlamışken, çalışmadığım ve iş de aramadığım hayatımın 389., göçebe hayatımın da 326. günü.
Lüzumsuz bir hesap yapıp bitiriyorum; doğumumdan beri de ... ... ... ımmmm ... ... 11.437 gün olmuş. Neyse gerek yok bunlara ya, laf olsun...
Bıraktığım yerden devam etmek gerekirse, geçen Cumartesi akşamı Yeniköy'deki atölye bitti; 2-3 kişi o akşam ayrıldı, geri kalanların çoğu ise Pazar günü. Pek keyifli bir grup olduğundan mütevellit, ayrılırken üzülmeler, 'mutlaka görüşelim'ler, 'aman feysbuk'tan hemen ekleşelim'ler havada uçuştu tabii ki. Pazar akşamı itibariyle çoğunluk ayrılmış, atölyeyi veren 4 kişilik ekip, Yeniköy sakinleri ve bir süre daha kalmak isteyen 6-7 kişi kalmıştık. Hala 14 kişi falandık yani, az değil...
Kalan ekip çoğunlukla ev için çalışmaya devam etmek için kaldı; benimse yavaşlama ihtiyacım vardı. Pazar günü tüm gün istirahatten sonra bir miktar aşçılık, bir miktar da tembellikle geçti birkaç gün. 14 kişiye yemek yapmak ve bu kadar kişiyi doyurmak da pek keyifliydi bu arada. Doyurmak dediğim de, toplam 2 öğünü büyük oranda ben hazırladım, geri kalanında yardımcı oldum. En çok da deneysel bakliyat pilavımın pek güzel olmasına sevindim, zira bu kadar çok insana yemek yaparken deneyle risk almak biraz sakat. Neyse ki beğendi herkes.
Pazartesi ve Salı günleri yemek haricinde pek bir şey yapmadım. Bir yandan da Yeniköy sonrası ne yapacağım konusunda kararsızlıklar yaşadım (her zamanki gibi); en sonunda Neslihanlar'ın Güre'deki yazlıklarına gitmeye karar verdim. İlk gün Bülent de işten izin alarak, ayrıca yıllık iznini kullanan Ekin de Altınoluk'tan geldi ve güzel bir gün geçirdik. Yemek ve muhabbet, sonra deniz, sonra akşam rakı-mangal-bol muhabbet... Ertesi gün Alanya'ya doğru yola çıkasım vardı ama yataktan kalkmamız 10 civarını, kahvaltıdan kalkmamız da 12'yi bulunca o gün de kalmaya karar verdim ve bütün günü hiçbir şey yapmadan geçirdik. Akşamüstü önce Ekin'i, sonra da Bülent'i uğurladık ve yavaştan sakin günümüzü tamamladık. Ha bir de, ilk bulgur pilavı denemesinde bulundum, diğer yemeklerle birlikte afiyetle yedik.
Dün sabah (Cuma) 7'de kalktım, bir şeyler atıştırıp tam 7:30'da evden çıktım, 7:55 itibariyle de otostopa başladım. 740 km ile, kendim için rekor bir yolu otostopla kat etmeye çalışacaktım. İlk duran araçla Burhaniye'ye kadar gittim. Yaptığımız kısa yolculukta Mehmet'le pek iyi anlaştık, kafalar da pek uydu. 'Bi kahve ısmarlamadan bırakmam.' dedi ve Burhaniye'de denize nazır kahvelerimizi içtik. Hikayemi de anlattım biraz ve birkaç kez paran yoksa biletimi alabileceğini, rahat rahat gitmemiz söyledi ama istemedim. İktisatlı davranmaya çalıştığım doğru ama seviyorum da otostopu ve yol muhabbetlerini. Kahve sonrası beni yola bırakırken 'illaki sana nakit çıkışı yapıcam' diyip 100 TL'yi elime sıkıştırmasına diyecek şey bulamıyorum. 'Sıkışık değilim, şimdilik ihtiyacım yok' dediysem de dinlemedi. Bir yandan bana vermek istediği bu armağanı reddetmek de istemediğim için çok da üstelemeden kabul ettim. Resmen harçlık aldım yani. ((:
Burhaniye'den büyük şans eseri Denizli'ye kadar tek vasıta ile gittim. Adını hatırlamıyorum ama Denizli'den araba almak için gelmiş ve işlemleri sabahtan halledip geri dönen iyi bir abiydi. Yolculuğun en güzel kısmı Manisa'nın bir köyünden geçerken yanlarından geçip gittiğimiz asmalara duyarsız kalamayıp sağa çekerek epey bir üzümü 'göz hakkı' kontenjanından koparmamız ve afiyetle yememizdi. Ama ne üzümdü... Zaten bütün gün o üzüm dışında, bir tane Tadımca antep fıstıklı yedim (biraz reklama girdi ama bunun belli bi' adı da yok), bir de bir miktar kuru kayısı. Bu üçü dışında Alanya'ya varana kadar hiçbir şey yemedim.
Denizli'nin girişinde bir yerlerde indim ve uzunca bir süre (belki 45 dakika kadar) kimse almadı beni. Sonra Erdem ve Evrim diye 2 arkadaş bi arka yoldan (yanyol gibi bi'şey) seslendiler; durumu aktardım, 'Burada kimse almaz seni; gel atla' dediler. Onlarla önce sanayide sorunları olan arabayı Erdem'in kuzenine gösterdik, arada derede Denizli'nin meşhur Zafer gazozundan içtik; sonra beni şehir çıkışına, üniversiteye kadar bıraktılar. Oradan bi' araçla Acıpayam'a kadar gittim, oradan da Antalya'ya kadar giden, İzmir'den yeni aracını teslim almış olan Emre ile yolculuk devam etti.
Çok uzattım ama bitiyor...
Şansıma Antalya-Alanya yoluna çıkıyordu zaten Emre ama havanın kararmasına da az kalmıştı. Aksu taraflarında Manavgat'a kadar gidecek olan Bahadır'ın aracına bindim ancak tam da hava kararmak üzereyken ve Manavgat'a 30 km. kadar yol kalmışken araç arıza yaptı ve önce benzinliğe sığındık, sonra Bahadır geri döndü. Bense kararmış havada otostop denemek zorunda kaldım ve 1 saat kadar hiçbir araba, kamyon, tır ve otobüsü durduramadım. Bundaki bir nedenin de artık iyice abarmış olan sakallarım olduğunu sanıyorum. Gündüz yine gözlerini falan görünce durabiliyorlar da gece iyice korkutucu görünüyor olabilirm dışarıdan. En sonunda benzinliğe giren bir araçtan rica ettim de Manavgat'a ulaşmayı başardım. Şansımı daha da zorlamadan, kalan son 60 km'yi de otobüsle kat ettim ve 22:50 itibariyle, 680 km'yi otostopla ve son 60 km'yi otobüsle tamamlamış oldum.
Durumlar böyle; an itibariyle 25 saati biraz aşkın süredir Alanya'dayım; sakin, güzel bir gündü genel olarak. Yeme, içme, dinlenme vs... Haa hakkımı yemeyeyim, gün içinde bir tane köpeğin hayatını kurtardım. Evin yakınlarında ters bir yere (yamaç gibi ama çok dikenli, samanlı, karman çorman bi' yer) düşmüş ve ayağı falan parçalanmış. Vıyklamaları sonucunda çıktık baktık ve -tahminen- 1,5 saatlik çaba sonrası kendisine ulaşabildim; önce su götürdüm, sonra kucaklayıp oradan çıkarmayı başardım. Köpek dediğim de 7-8 kg vardır, 5-6 aylık bir kurt köpeği yavrusuydu sanırım. Zorlu bir süreçti ama bir şekilde başardım ve sitenin bahçesine getirdim. Su verdik, acayip su içti; yemek verdik, pek yemedi. Birkaç saat sonra baktım, gitmiş... Ama durumu gerçekten kötüydü; kucağıma alırken tepki bile vermiyordu, kucağımda ölecek sandım. Ama sonra kendine geldi, ne mutlu...
Öyle bi'şeyler işte, tarifi zor bir güzellikti yaşadığımız. Annem ve Emir Abi'nin de desteğiyle kotardık ve pek sevindik. Annem sabahtan beri 'kahraman oğlum' diyip duruyo zaten ((:
Neyse çok uzadı; böyle blog yazısı mı olurmuş. Haydin iyi geceler...
28 Temmuz 2013 Pazar
18 Temmuz 2013 Perşembe
Yine Yeniköy...
'göçebe günler'i pek ihmal etmişim; 35 gündür yazmamışım buraya.
An itibariyle Bayramiç-Yeniköy'deyim; Dönüşüm ve Doğal Yapılar Atölyesi'ne katılıyorum. Geçtiğimiz Cumartesi başlayan atölye bu Pazar günü son bulacak. Doğal yöntemlerle ev ve diğer yapıları yapmanın çeşitli yollarını öğreniyoruz. Tabii ben bu işlere çok yabancı olduğum ve -doğrusu- kafam da çok basmadığı için, tam olarak öğrendiğimi söyleyemeyeceğim ama biraz olsun aşina oluyorum en azından. Bundan sonra, muhtemelen öncelikle tanıdık ve tanımadık dostların evlerini yapmalarına yardımcı olmayı pek isterim; bir gün tam olarak bir yere 'yerleşmek' istersem de kendi evimi yaparsam pek şahane olur.
Bu arada burada da çok güzel insanlarla tanıştım. Katılımcılardan 7-8 kişiyi zaten tanıyordum ama daha fazlasını da tanıdım ve bu çok güzel. Aynı kafalarda olduğun insanlarla, birinci dakikadan itibaren aynı frekanstan konuşuyor olmayı ve uzun süredir tanışıkmışcasına (kelimeye gel) takılmayı seviyorum.
İstanbul gayet yorucu geçti. Flora'dan 2 Haziran'da apar topar İstanbul'a doğru yola çıktığımda aklımda belli bir tarih yoktu ama orada çadırı kurulu bir şekilde bırakmama ve sırt çantama 3 tişört alıp yola çıkmama bakarsak, çok da uzun süreli gibi çıkmamışım galiba. Ama 6 hafta kaldım valla. Yaz ortasında İstanbul'da, çalışmadığım halde bu kadar uzun süre, mutlulukla kaldım gerçekten. Gezi direnişi ve bu süreçte olan biten her şey pek güzeldi, tabii ki ölen kardeşlerim hariç. Sanki bilinç sıçraması gibi bir şey oldu. Neyse bunlarla ilgili olarak diğer blogda yazmıştım zaten.
Parklı, forumlu, yine birçok farklı evde kalmalı günlerden sonra nihayet Cuma günü İstanbul'dan çıkabildim ve Bursa'ya geçtim. En son sefer yaptığım gibi Yalova'ya deniz otobüsü ile gittikten sonra otostopla devam ettim. Yine hemen buldum bir araç ve kolayca Bursa'ya vardım. Bursa'da babamı, kardeşimi, Seyhan Abla'yı gördüm sadece; akşam yemeği, muhabbet derken sabah oldu ve yola koyuldum. Galiba 6-7 araç değiştirerek de Yeniköy'e ulaşmayı başardım ve son 5 gündür buradayım işte.
Çok iyi geldi burası. İstanbul keyifliydi falan ama çok da yorucuydu. Ya dışarıda bir şeylerle meşguldüm sürekli ya da evde twitter başında gelişmeleri takip etmekle. Tam yavaş bir hayata başlamış ve hızlıca adapte olmuşken fazlaca hızlandırılmış olan bu günlerde gerçekten de yorulmuşum. Bu atölyeye gelmek aklımda vardı da, Balıkçı arayıp 'Emre gelsen ya bi ara' demese belki de gelmezdim. İyi ki demiş.
Buradan sonra ne yapacağımı -her zamanki gibi- bilmiyorum. Atölye Cumartesi akşamı bitiyor ve Pazar günü ayrılma günü. Birkaç seçenek var ve henüz önümde 3 gün olduğu için bu konu üstünde düşünmüyorum bile. Yalnız İstanbul'dan çıkarken tahmin ettiğim üzere, İstanbul'a dönmeyecek gibiyim. Burası hemen hemen kesin. Buralardaki (Kuzey Ege) birkaç seçenekten bir veya birkaçını değerlendirip birkaç gün (?) buralarda takılıp güneye doğru inermişim gibime geliyor. Güneye inmek dediğim de, bir an önce annemi göresim var ama öncesinde belki Dalyan'a, belki Fethiye'ye uğrarım; sonra Flora'ya illaki gider ve oradan Alanya'ya geçerim gibime geliyor. Sonrasını kestiremiyorum işte. Böyle yazınca, en azından birkaç hafta ne yapacağım az çok da belli gibi görünüyor aslında; 'değil' dedim ama... Ama belli de olmaz benim işler, rüzgar nereden esecek bakalım.
Bir de şunu yazasım var: Tam Flora'daki 'sakin' hayata ısınmışken bir anda İstanbul'un orta yerine düşünce, doğal olarak dağıldım biraz. Şimdi bu hayata tekrar hemen adapte olamayabilirmişim gibi geliyordu ve bu da biraz endişelendiriyordu beni aslında. Ama şimdi bakıyorum da, yine olurum muhtemelen, bunu -burada- Yeniköy'de hissettim biraz. Gerçi bunları düşünüp endişelenmenin de çok anlamı yok ki, yaşayıp göreceğiz nasıl olsa.
Akşam üstü çalışmasından da kaytardım bu arada. Yorulmuşum... Kaytarmışken de bunları yazdım.
An itibariyle Bayramiç-Yeniköy'deyim; Dönüşüm ve Doğal Yapılar Atölyesi'ne katılıyorum. Geçtiğimiz Cumartesi başlayan atölye bu Pazar günü son bulacak. Doğal yöntemlerle ev ve diğer yapıları yapmanın çeşitli yollarını öğreniyoruz. Tabii ben bu işlere çok yabancı olduğum ve -doğrusu- kafam da çok basmadığı için, tam olarak öğrendiğimi söyleyemeyeceğim ama biraz olsun aşina oluyorum en azından. Bundan sonra, muhtemelen öncelikle tanıdık ve tanımadık dostların evlerini yapmalarına yardımcı olmayı pek isterim; bir gün tam olarak bir yere 'yerleşmek' istersem de kendi evimi yaparsam pek şahane olur.
Bu arada burada da çok güzel insanlarla tanıştım. Katılımcılardan 7-8 kişiyi zaten tanıyordum ama daha fazlasını da tanıdım ve bu çok güzel. Aynı kafalarda olduğun insanlarla, birinci dakikadan itibaren aynı frekanstan konuşuyor olmayı ve uzun süredir tanışıkmışcasına (kelimeye gel) takılmayı seviyorum.
İstanbul gayet yorucu geçti. Flora'dan 2 Haziran'da apar topar İstanbul'a doğru yola çıktığımda aklımda belli bir tarih yoktu ama orada çadırı kurulu bir şekilde bırakmama ve sırt çantama 3 tişört alıp yola çıkmama bakarsak, çok da uzun süreli gibi çıkmamışım galiba. Ama 6 hafta kaldım valla. Yaz ortasında İstanbul'da, çalışmadığım halde bu kadar uzun süre, mutlulukla kaldım gerçekten. Gezi direnişi ve bu süreçte olan biten her şey pek güzeldi, tabii ki ölen kardeşlerim hariç. Sanki bilinç sıçraması gibi bir şey oldu. Neyse bunlarla ilgili olarak diğer blogda yazmıştım zaten.
Parklı, forumlu, yine birçok farklı evde kalmalı günlerden sonra nihayet Cuma günü İstanbul'dan çıkabildim ve Bursa'ya geçtim. En son sefer yaptığım gibi Yalova'ya deniz otobüsü ile gittikten sonra otostopla devam ettim. Yine hemen buldum bir araç ve kolayca Bursa'ya vardım. Bursa'da babamı, kardeşimi, Seyhan Abla'yı gördüm sadece; akşam yemeği, muhabbet derken sabah oldu ve yola koyuldum. Galiba 6-7 araç değiştirerek de Yeniköy'e ulaşmayı başardım ve son 5 gündür buradayım işte.
Çok iyi geldi burası. İstanbul keyifliydi falan ama çok da yorucuydu. Ya dışarıda bir şeylerle meşguldüm sürekli ya da evde twitter başında gelişmeleri takip etmekle. Tam yavaş bir hayata başlamış ve hızlıca adapte olmuşken fazlaca hızlandırılmış olan bu günlerde gerçekten de yorulmuşum. Bu atölyeye gelmek aklımda vardı da, Balıkçı arayıp 'Emre gelsen ya bi ara' demese belki de gelmezdim. İyi ki demiş.
Buradan sonra ne yapacağımı -her zamanki gibi- bilmiyorum. Atölye Cumartesi akşamı bitiyor ve Pazar günü ayrılma günü. Birkaç seçenek var ve henüz önümde 3 gün olduğu için bu konu üstünde düşünmüyorum bile. Yalnız İstanbul'dan çıkarken tahmin ettiğim üzere, İstanbul'a dönmeyecek gibiyim. Burası hemen hemen kesin. Buralardaki (Kuzey Ege) birkaç seçenekten bir veya birkaçını değerlendirip birkaç gün (?) buralarda takılıp güneye doğru inermişim gibime geliyor. Güneye inmek dediğim de, bir an önce annemi göresim var ama öncesinde belki Dalyan'a, belki Fethiye'ye uğrarım; sonra Flora'ya illaki gider ve oradan Alanya'ya geçerim gibime geliyor. Sonrasını kestiremiyorum işte. Böyle yazınca, en azından birkaç hafta ne yapacağım az çok da belli gibi görünüyor aslında; 'değil' dedim ama... Ama belli de olmaz benim işler, rüzgar nereden esecek bakalım.
Bir de şunu yazasım var: Tam Flora'daki 'sakin' hayata ısınmışken bir anda İstanbul'un orta yerine düşünce, doğal olarak dağıldım biraz. Şimdi bu hayata tekrar hemen adapte olamayabilirmişim gibi geliyordu ve bu da biraz endişelendiriyordu beni aslında. Ama şimdi bakıyorum da, yine olurum muhtemelen, bunu -burada- Yeniköy'de hissettim biraz. Gerçi bunları düşünüp endişelenmenin de çok anlamı yok ki, yaşayıp göreceğiz nasıl olsa.
Akşam üstü çalışmasından da kaytardım bu arada. Yorulmuşum... Kaytarmışken de bunları yazdım.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)