24 Mayıs 2013 Cuma

Flora'dan güncellemeler

Flora'da 2 hafta dolmak üzere. Her bi'şey yolunda şu an için. Tek sorun blogumun adına halel gelmiş olması ((: 'göçebe günler' adlı blog'da yerleşik hayattan bahsetmek tuhaf belki. Ama şu an için işin çok başında olduğumdan mütevellit, buradan atıp tutmaya devam edebilirim bence.

Geçen Cuma günü aramıza bir de Özlem katıldı ve (Argın da vardı ya) Flora nüfusu 5'e yükseldi. Cumartesi günü üçümüz Olimpos'a gittik ve akşamı Umman'da geçirdik. (3 kişi olduğumuz için Olimpos sapağından itibaren ikiye ayrılarak gittik otostopla.) 2 hafta yaşamış olduğum bu güzel köy evi ve Umman pek iyi geldi bana.

Ertesi gün Olimpos sahile gittik; müze kartlarımız olmasına rağmen yine gişeden değil de, dere yatağından girdik antik kente. Böyle saçmalık olur mu yahu! Zaten normalde de müzelere girişin ücrete tabii olması akıl almaz bir şey, onu ayrıca tartışalım; ama hele ki sahile gitmek için içinden geçtiğin antik kente girmek için para vermek... "Valla gözlerimi kapayacağım, eserlere bakmayacağım!" diye yeminler etsen, ne fayda...

Denize girmek iyi geldi, çok iyi geldi. Hoş bana her şey iyi geliyor... Serin ama çok değil, o kadar kıvamdaydı ki. Buraların tam zamanı aslında; Yazın gelip de kendilerini harap edenler. Etmeyin, günahtır!

Akşamüstüne doğru yola çıktık ve yine ikiye ayrılıp Flora'ya geldik. 1,5 km.lik yolu tırmanıp Flora'ya vardığımzda halimiz haraptı gerçekten. Zaten epey beden gücüyle çalıştığımız günlerin üstüne, çok km. yürümeli başka bir gün eklenince, e güneş de yakıp kavurunca bittik gerçekten. Geldiğimizdeki halimiz çok komikti. Selahattin ve Ayşe halimize çok eğlendiler, hatta fotoğrafımızı çektiler. ((:

Eğlenmek demişken... Acayip eğleniyoruz ve çok fazla gülüyoruz burada. Şimdi yazarak anlatılamayacak ama gözümüzden yaşlar gelene kadar güldüğümüz anlar pek sık yaşanıyor. Keşke anlatılabilse...

Olimpos gününü bir kenara koyarsak bahçeyi epey adam ettik. Tüm otlar zaten yolunmuştu; üstüne çapalama, toprağı kompostla karıştırma, sulama için toprakta arıklar açma işlemleri bitti. Hatta bahçelerden birinin ekimi bile tamamlandı. Kaldı diğer ikisi.

(Bu arada Salı günü Argın'ı, Çarşamba günü de Özlem'i gönderdik.)

Hatta bi' dördüncü bahçe için daha toprak hazırlamaya başladık dün. 'dık' dediğim de Joe ile. Joe ve Debra Amerikalı bir çift. Filiz (Telek) aracılığıyla Türkiye'de bulunuyorlar. Debra, doğal arıcılık atölyeleri verdi İstanbul, Çanakkale ve Datça'da. Dün de üçü Flora'ya geldiler. Joe zaten bağ-bahçe işlerini iyi bilen bir adam; dün onunla birlikte çalıştık biraz.

Yalnız fiziksel olarak epey yoruldum gerçekten. Sabahın köründe kalkıyoruz bu hafta başından beri, kahvaltı sonrası yaklaşık 11'e kadar çelışabiliyoruz. Sonra öğle molası, sonra da akşamüstü 4 ve sonrasında çalışabiliyoruz. O arada güneş kavururken çalışmak ne mümkün! Bu erken kalkma olayı iyi oldu ama. 9 civarında kalkıyorduk; kahvaltı vs. derken sabah saatlerini ıskalıyoduk. Artık sabahtan da birkaç saat çalışabiliyoruz. Gerçi bugün kendime izin verdim. Akşamüstüne kadar çalışmayacağım; halim olursa akşamüstü el atarım bi'şeylere.

Ayşe, Selahattin, Filizler; hepisi Kumluca'ya gittiler bugün. Pazar, para çekme vs... Ben yalnızım Flora'da ilk kez.

Göçebe günler'in yerleşik kısmısı böyle geçiyor şimdilik. Dün kendi kendime, hatta galiba telefonda da anneme dedim ki bi ara: "Daha iyi olamazdı!"
--------------------------
Ha son olarak... Cumartesi-Pazartesi arası kadınların bi' toplaşması var burada, Cadı Jam'i diyorlar. Bir yandan onun telaşı var burada. Özellikle erkeklerde... Kadınlar bizleri ayak altında istemiyorlar; nasıl olacak bilmiyorum ((: Aslında 3 günlüğüne Alanya'ya kaçacaktım ama iş yoğunluğundan dolayı Selahattin bırakmıyo beni. İçim de rahat etmedi zaten ve kalmaya karar verdim. Bakalım neler olacak...

Bi de hala Kumluca veya başka bi ilçeye falan gitmedim. O yüzden hala ciesem paketim yok; hala arama yapamıyor, mesaj atamıyorum. Ama dışarıdan gelenlere açığım. Duyurulur...

17 Mayıs 2013 Cuma

Flora’da ilk günler


Yaklaşık 130 saattir Flora’dayım. Burada yüksek bir insan sirkülasyonu var; gelenin gidenin haddi hesabı yok. Çok yağmurlu günler; dün açan güneş bu sabah yerini yine yağmura bıraktı. Ama şimdi yine açıyor gibi gibi…

Cumartesi öğleden sonra Koray beni AŞTİ’ye bıraktı ve Antalya’ya doğru yola çıktım. Hayatımın -galiba- en huzurlu ve keyifli yolculuğuydu. Yolculuğu hep severim ama tek bir anında bile sıkılmadığım, hatta “bitmese bu yolculuk, daha gitsek” dediğim hiç olmamıştı. Kısa bir kısmı uyuyarak, yaklaşık 1,5 saati ‘Tilki ve Küçük Kız’ adlı pek güzel filmi seyrederek (Burcu’ya selam ola), kalan kısmı ise İstanbul yorgunluğunu ve sonrasındaki Bursa-Eskişehir-Ankara yolculuklarının debdebesini üzerimden atmak üzere dışarı bakarak ve düşünmemeye çalışarak geçti. Ama ne güzel geçti…

Akşam 10 sularında Antalya terminale geldim. Bülent de bir konser için Antalya’ya gelmişti ve o da 2 günlüğüne Flora’ya gelecekti. O da terminale geldi ve Tekirova’ya giden son otobüsü yakaladık ucu ucuna. Son otobüs olduğu için olsa gerek, orada burada çok durarak geçen uzun ve sıkıcı bir yolculuk sonrası 2 saat sonra Tekirova’daydık. Tekirova’dan Flora’ya gelmek (10 km) normalde sıkıntılı olacaktı ama otobüste bir adamın Finike’ye doğru devam edeceğine kulak kabarttığım ve utanmak bilmez bir insan olduğumdan mütevellit, hemen soruverdim ve adam bizi Flora’ya giden sapakta bıraktı. Selahattin (dünden beri ‘abi’ dememeye başladım) bizi aldı ve 1,5 km.lik toprak yol yolculuğu sonrası Flora’daydık.

Evde daha önce tanışmamış olduğum Seda ve Seçil de vardı, Ayşeler dışında. Biz gelmeden rakıları içip kafayı bulmuşlardı. Ayrıca yüksek geyik potansiyelleri bizi ürkütmedi değil o an için. Sarhoşluktandır, diye düşündük ama ertesi gün öyle olmadığını gördük. Neyse ki bizdeki potansiyel de hiç yabana atılacak gibi değil. Ertesi günden itibaren hızlıca uyum sağladık; hatta zaman zaman solladık belki onları.

Sonraki günlerde de sürekli olarak birileri geldi gitti; tek tek isimleri yazsam çok karışacak. Ama ciddi bir yoğunluk hali hakimdi, özellikle ilk üç günümde. Pazartesi akşama doğru Bülent’i uğurladık, Salı günü de Argın geldi bu arada.

Salı akşamına kadar pek depresif hissediyordum. Şehir koşturması yorgunluğuna buradaki yoğunluk eklenince (gelen herkesi çok sevdim gerçi ama kendi yorgunluğumdan kaynaklanan yalnız kalma ve sessizlik ihtiyacım vardı) zaman zaman bunaldığımı hissettim. Gelen gidenle çok fazla sosyalleşemedim; sohbetlere çok katılmadım genelde. ‘Aşırı sosyal kişilik bozukluğu’m, ‘asosyal kişilik bozukluğu’na dönüştü adeta.

Sadece bu da değil tabii. Burada benim için her şey çok yeni. Buradaki hayata dair çok az şey biliyorum ve bu bazen yetersizlik hissine neden oluyor. Ama bunu da aşıyorum yavaş yavaş; hem bir şeyler öğrenmeye başlayarak, hem de durumu kabullenerek.

Bunlara ek olarak, ve belki kısmen bunların da etkisiyle, genel bir bıkkınlık ve “her şey boş”, “hayat çok anlamsız abi” hissiyatı da geldi gitti birkaç günlüğüne. Olur ya bazen, sebepsiz (?) bir şekilde çok sıkılırsın, hiçbir şey yapmak istemezsin… Öyle oldu, uzun zaman aradan sonra.

Neyse ki Salı akşamı değen sihirli değnek (valla bilmiyorum ne oldu) beni kendime getirdi. Bir anda yine iyi hissetmeye başladım. Enerjim yükseldi. Yağmur izin verdikçe bahçede bir şeyler yapmaya başladık; o çok iyi geldi mesela. Diğer insanlarla sohbet etmeye, geyiklere başladım; hatta özellikle dün itibariyle daha da arttı bunlar. Hatta olay tekrar ‘aşırı sosyal kişilik bozukluğu’na doğru ilerliyor gibi.

Bahçe işleri pek keyifli bu arada. Geldiğimden beri ot yolduk, kompost eledik, Nisan ayında yapılan yurttan artan keresteleri istiflemeye başladık ve en güzeli dün iki tane ağaç diktik. Biri armut ağacı, diğeri erik. Selahattin, “Bu ağaçlar sizin olacak, seçin.” diyince ben elbette armut ağacına atladım hemen. Artık dikili bir armut ağacım var. Erik de Argın’a kaldı. Bu ağaçları hemen yurdun önüne diktik.

Yurt demişken, henüz çadırı açmadım ve yurtta kalıyorum. Geniş ve yüksek olduğundan çadıra göre daha konforlu ve havadar. Bununla birlikte keçi kılından yapıldığı için buram buram kokuyor da. Ama kapıyı, pencereyi açarak idare ediyoruz işte. Asıl güzelliği de üst kısmında bir yuvarlak boşluk var aslında ama yağmur nedeniyle kapalıydı. Dün, artık havalar düzeldiği için açtık orayı ve çok daha keyifle ve oksijenle uykuya daldık.

(Tam buradan itibaren 15-20 cümle daha vardı ama bilgisayar kapandı ve kaydetmemiştim; şimdi bir daha yazmam gerekiyor. Neyse ki buraya kadar olan kısmı kurtardı ‘vörd’.)

Üstünü açtık ama bu sabah 6:30 sularında yağmur sesiyle uyandım ve hemen Argın’ı uyandırdım. Ne kadar uğraştıysak, beceremedik kapamayı. Şimdi oradaki mekanizmayı anlatmakla uğraşamayacağım; az önce azıcık anlatmıştım. Ayşe’yi de uyandırdık ve üçümüz zorlukla kapatabildik. Sonra tekrar uyuyabildik; en azından ben uyudum. Argın uyumadığını söylüyor ama bence atıyor; fosur fosur uyudu o da bi’ kere.

Durumlar böyle işte, yerleşikliğin ilk günlerinde. Şu anda keyfim son derece yerinde. Geçen gün Burcu ve Hülya’nın yolculuğunun (‘Bohçamda Anadolu’, duydunuz mu?), Siirt etabına katılasım çok geldi ama buraya gelir gelmez tekrar gitmek çok da anlamlı olmayacaktı. Bir süre buralarda olmakta fayda var. Zaten hem “yorgunum” diyip, hem tekrar yollara düşmek de tezat değil mi? Ki gerçekten mutluyum burada. Apartman, bina, araba vs. görmeyi de istemiyorum hiç. Ciesem operatörümün 1 yıldır kullanıyor olduğum paketi sona erdi; ya yeni bir paket seçmem ya da başka bir operatöre geçmem lazım ama onunla bile uğraşmak istemiyorum. Bugün Selahattin, Kumluca’ya gitti mesela ama ben gitmedim. Bir süre telefon edememeyi, esemes atamamayı göze almış durumdayım. Bugün bitiyor paketimin süresi.

Bitiremedim bir türlü. Susuyorum…

11 Mayıs 2013 Cumartesi

Ankara da tamam, sıradaki...

Koray'ımın evinden sesleniyorum. Şimdi uyandı ve 'Bloguna mı yazıyorsun?' diye sordu; yazmıyordum ama aklıma kaçırdı ve kısacık yazayım, istedim.

Dün güzel bir gündü. Öğlene doğru ODTÜ'de Esra'cımla buluştuk. Ben karnımı doyurdum; sonra ormanda yürüyüş yaptık, çimlerde oturduk... Esra bana biraz...

Şu anda kucağımda Koraylar'ın kedisi var, zor yazıyorum. Adı Şıllık!

Esra bana biraz yoga yaptırdı ama zemin kötüydü. Daha merkezi ve zemini güzel bir yerlerde yapmaya karar verdik; zaten bir süredir gök gürültüsü bizi uyarıyordu ama oralı olmamıştık. Keşke olsaydık...

Tam kalkmaya karar vermişken öyle bir yağmur bastırdı ki neye uğradığımızı şaşırdık. Önce keyifliydi ama tişört üstüme yapışınca ve donuma kadar ıslanınca, bir de üstüne ayağım kayıp düşünce ve üstüm başım da çamur içinde kalınca keyif kat sayısı azaldı. Gerçi bir yandan da eğleniyorduk...

Sonra Esralar'ın evine gittik; Deniz'in (kocası) şort ve tişörtlerinden bi'şeyler giydim ve biraz rahata erdim. Yemek yedik sonra. Bir yandan da Anadolu Jam 2013 ekibi olarak Skype toplantımızı gerçekleştirdik. (Yeri gelmişken, 2013 başvuruları başladı; ayrıntılı bilgiye, davetiyeye ve başvuru formuna www.anadolujam.com adresinden ulaşabilirsiniz.)

Toplantı sonrası Koray beni aldı; yemek yedik, ikişer bira içtik, bol da muhabbet. Sonra eve geldik, çay may...

Bugün öğlen 2'de Ankara'dan Antalya'ya otobüse biniyorum. Akşam, orada olacak olan Bülent'le buluşup Flora'ya geçeceğiz. O 2 gün sonra dönecek; ben, daha önce yazdığım gibi bir süre oralardayım. Oradaki hayatı daha fazla deneyimleyeceğim. Epey heyecanlı ve meraklıyım, neler yaşayacağıma ve neler hissedeceğime dair. Zihnime bakarsak bazı soru işaretlerinden, zaman zaman endişelerden de bahsediyor; ama neyse ki bakmıyorum, gerek de yok ki... Yaşayıp göreceğim; huzurla gidiyorum.

10 Mayıs 2013 Cuma

Eskişehir + Ankara

Tam şu anda saat 01:47; çok yorgun hissediyorum, gözlerim kapanıyor ama yazmadan yatmak istemiyorum.

Dün, akşamüstüne kadar evde Etkin'le (kardeşim) takıldım. Biraz nefes aldım ama yetmedi de... Sonra akşam üstü babaanne, akşam evde yemek, sonrasında da hala ziyareti ile geçti. Yemek öncesinde elektrik kesildi ve mum ışığında yedik yemeğimizi; pek de güzel oldu.

Bugün yine yola düşme zamanıydı. Sabah çantamı toparlayıp bi'şeyler yedikten sonra, metro + otobüsle Kestel'e kadar çıktım. Oradaki yol yapım çalışmaları benim için iyi oldu, trafik yavaşlıyordu çünkü. Kısa bir bekleyişten sonra İnegöl'e kadar giden (yaklaşık 30 km) bir araca bindim. Adamla pek iyi anlaştık. Diyarbakır'lıymış ve birkaç yıl öncesine kadar da orada yaşamış, bölgeyi iyi bilen biriydi; barış sürecinden falan konuştuk çokça. Ben uzun süredir haberleri takip etmediğimden, o konuştu, ben dinledim daha doğrusu.  Ama keyifliydi.

Sonra İnegöl'de efsanevi bir kamyoncu aldı beni aracına. Adam gerçekten acayipti; atıp tutanlara çok rastlıyorum ama böylesine epeydir rastlamamıştım. Özellikle kadınlar konusuna gelince mangalda kül bırakmıyor adamlar, çok komik. Mesela bugünkü abi de, gençliğinde (gerçi şimdi de daha 40 yaşında), ona selam veren hiçbir 'bayan'ı 'affetmediğini' söyledi. "Helal olsun abime!" demedim ama işte mecburen kafa sallıyorsun. Ayrıca daha önce arabaya aldığı birkaç otostopçu ile uzayıp giden dostluğundan, bir kere evlendiğinden ve bir daha asla evlenmeyeceğinden, aynı kişiyle 1 haftadan fazla sürerse sıkıldığından falan bahsetti. Yok efendim sanal okey oynarken tanıştığı kadın ertesi sabah Bursa'ya gelmiş onun için falan... Daha neler... Bu arada web sitesi falan var, chat yapılan. Hatta 4 tane hackerımtrak adam bile çalıştırıyormuş; sürekli birilerinin sitelerine saldırıyorlar, ele geçiriyorlar, falan. Hatta bugün de bir olay vardı, benim yanımda konuştu adamlarla, çok heyecanlıydı... İlginç işte ama bir şekilde vardım Eskişehir'e.

Ha bu arada, bu abi de küpeme karıştı yahu. "Yanlış anlama ama siz gençlere çok kızıyorum." diye girdi lafa. Uzun saçlı veya küpeli erkeklerden, arkadan baksa erkek mi, kadın mı anlamadığından dem vurdu. Bu sefer kahramanca karşı koydum ama bir şey değiştirebildiğimi sanmam. (:

Eskişehir'de Elif'le görüştük ama hiç yetmedi. Toplam 2 saatten biraz fazla takıldık herhalde. Bi'şeyler yemece, kahve falan içmece, Apo'yla tanışmaca...

Sonra aynı tramvayla, öğlen kamyoncunun beni bıraktığı yere gittim ama saat neredeyse 6 olmuştu ve pek uygun bir yer değildi. Bir süre sonra, tam da umutlarım azalacak gibiyken, beni birkaç km ötede daha uygun bir yere atacak olan biri durdu. Götürdüğü yer otostop için gerçekten çok uygundu ama içimde bi' inançsızlık vardı ve gerçekten de kimse durmadı. 'Keşke hızlı trenle gitseydim' diye düşünceler başlayacak gibiyken, şansımı çok zorlamadan Ankara'ya giden bir otobüsü durdurdum ve onunla geldim. Koray'ım beni Ümitköy Köprüsü'nden alacaktı ama uyuyakaldığı için, bir miktar bekledim ((: Sonra Merve ve Eyüp'ün evine geldik; yemece, içmece, bol muhabbet, görüşülmeyen zamanlarda olan biten gelişmeleri paylaşmaca, yine yetmemece... Sonra duş-muş derken, saat an itibariyle 02:09'a geldi.

Artık yatsam iyi olacak. Bugün kendimi bi' ara bayağı kötü hissettim ama o haller geçti hızlıca. Şimdi fena değilim. Yarın da Esra'cımla görüşeceğim, ne mutlu ki. Sonra muhtemelen akşam tekrar Koray'ı görüp, yarın gece ya da Cumartesi sabahı Flora'ya doğru yola çıkarım, sanıyorum.

E haydi o zaman...

8 Mayıs 2013 Çarşamba

Son İstanbul günleri ve sonrasında Bursa

Rakılı hallerdeyken yazmıyorum genelde ama bugün bi istisna belki. Neden yazıyorum; çok özel bi nedeni yok ama uyku gözlerimden aksa da bi'şeyler karalayasım var.

Bursa'da, babamın evindeyim; akşam üstü vardım buraya. Argın'la geldik. O İzmir'e devam etti ve az önce oraya vardığını öğrendim. Otostopla devam edecekti ama sıkıntılarla karşılaştı ve otogara dönüp otobüsle gitti. Ne oldu, hala tam anlayamadım ((:

Nereden alsam bilemedim... Son yazdığım günden (geçen Cuma) bugüne gelirsek... İstanbul koşturmaları fena halde devam etti öncelikle. Gerçekten çok yoruldum. İki gün üst üste aynı yerde kaldığım tek gün geçen Perşembe ve Cuma oldu; Ekin'de... Sonrasında Cumartesi Bülentler'de, Pazar Duygu'da, Pazartesi de Özcan'da kaldım. Zaten bugün de (yani takvim şeysi olarak dün) Bursa'ya geldim ve şimdi babamdayım.

Geçen Salı ve Cuma dişçi işini aradan çıkardım, onun dışında diğer işleri halletmekle ve görülesi arkadaşları görmekle geçti günler. Görülesi olup da görülemeyen arkadaşlar da olmadı değil ama bir sonraki sefere kaldılar gibi )): Sırtta çantaları (2 tane) ve Pazar'dan itibaren bir de çadırla yollar devam etti ve özellikle dün, artık gerçekten çok yorulmuştum. Çadır demişken... Armağan ekonomisini sonuna kadar yaşıyorum; çadır ve matı Bülentler'den ödünç aldım şimdilik; kullandığım çantadan çok daha konforlu olan kampçı çantasını Hülya'dan aldım; uyku tulumunu zaten Tijen'den almıştım. Bunların dışında kendi küçük sırt çantamı Burcu'ya verdim (aylar önce pek beğenmişti), onun yerine Antalya paylaşım şenliğinden bir sırt çantası geçmişti elime. Bu liste uzar gider aslında...

O değil de, İstanbul'da hiç bu kadar para harcamamışlığım olmamıştı. Halen cepteki parayı kullanmaya devam ediyorum ve nasıl oluyorsa bu para, bitmek bir yana, sürekli artıyor sanki. Yani maddi sıkıntım yok hiç. Ama onun da ötesinde, birileri her gün hesabıma 10-20 TL yatırıyor sanki ve bir şekilde hesap hareketlerinde de görünmüyor bu. Anlamış değilim! Bununla da birlikte, çok az harcadım. Gittiğim arkadaşlarda, ne kadar ısrar da etsem masraflara katılmayı başaramadım çoğunlukla; zaten gece çıkmaları falan da yapmadık pek, evdeydik çoğunlukla. Böyle olunca paralar cepte kaldı; herkes sağ olsun, ne diyim...

Öyle işte, koştur koştur geçti günler ve gerçekten hem fiziksel olarak, hem de ruhsal olarak çok yoruldum. Sürekli olarak, bir sonraki adımımı ve yapılacaklar listemden bir şeyi daha silmeye çalıştığım günlerden bahsediyorum. Bir yandan çok da keyifli olmakla birlikte, neyse ki bittiler. Bugün itibariyle Bursa'ya gelmiş durumdayım, bu gece ve yarın burada kaldıktan sonra Eskişehir'e de uğramaya çalışıp Ankara'ya, oradan da Antalya Flora'ya geçecek gibiyim. Herhalde hafta sonu falan Flora'ya varmış olurum, bakalım...

Bu arada, epeydir çeşitli kanallardan bi trekking ayakkabısına ihtiyacım olduğunu ve kullanmayanın ayakkabısına talip olduğumu söylüyordum ama muvaffak olamamıştım. Dün, bir çift satın aldım sonunda. Umarım doğru bi tercih yapmışımdır.

Dün, İstanbul'daki son günümde, aşırı koşturmalı bir gün ve sonca dence görüşmediğim arkadaşlarımla görüşmelerim sonrasında Özcan'da kaldım ve en son bayaa bayaa tükenmiş bir haldeydim. Sabah kalkıp, Sibel'le (Temmuz'da evleniyorlar) kahvaltı yaptıktan sonra Argın'la buluşmak üzere çıktım evden. Bursa'ya geçecektik ve sonrasında Argın İzmir'e devam edecekti. Yolun tamamını otostopla gelmeyi düşünsek de, İstanbul-Bursa yolu sıkıntılı olduğundan, deniz otobüsü ile Kartal'dan Yalova'ya geçtik, Yalova sonrasında otostopla devam ettik. Çok rahat bir otostop macerası oldu. Hemen bir araç durdu ve bizi Gemlik'e kadar götürdü, oradan da bir başkası Bursa merkeze kadar getirdi. Bu ikinci araç biraz enteresan ama çok keyifliydi. Eski bir kokoreççi olan 'Koko Nuri', 30 km süren kısa yolculukta bizde epey iz bıraktı. Evliliğinden, çocuklarından da bahsetti, iş icabı gittiği yerlerdeki 88 tane manitasından (!) da, hapse girmiş çıkmışlığından da... Bunları ve dahasını konuşmakla birlikte benden illa ki bi' hediye istedi. Önce gözlüğüme göz dikti ama onu veremeyeceğimi söyledim. Sonra kolyemi istedi; 10 dakika uğraşsak da çözemedik ipini, veremedim; en sonunda da çantamdan temiz bir tişört çıkarıp verdim, hatıra olarak saklayacak, giyecekmiş. ((: Tişört dediğim de atlet aslında; tam da Yaz gelirken ve zaten 2 tane kolsuz atletim varken, onu kaptırmam ve 1'e düşmem iyi olmadı ama olsun; çok içten istedi, ben de verdim ((:

Eyvahlar olsun, çenem düşmüş ve daha da yazasım var ama şimdilik uzatmamayım. İşte şimdik Bursa'dayım; yarın da kalıp Eskişehir üstünden Ankara'ya geçmeyi planlıyorum (Ankara'daki arkadaşlardan sadece birinin haberi var şimdilik); sonra da Flora'ya geçeceğim. Gerçi bunları yukarıda da yazdım, di mi?

Şu anda pek uykum ve bissürü hissiyatım var. Uykuyu seçiyorum; hissiyatları bi ara aktarırım ne de olsa. Saat olmuş 2:19. Artık yatma vakti... İyi geceler!

3 Mayıs 2013 Cuma

'göçebe günler'in sonu mu ki?

3-4 gündür şiştim yazma isteğiyle, de bi türlü fırsat bulamadım. Zaten Pazar günü düzenlediğimiz Armağan Ekonomisi 101 atölyesini yaptığımız yerde unuttuğum bilgisayarı dün alabildim anca. Haa atölye çok güzel geçti, ama şimdi uzun uzun onu yazasım yok.

İstanbul günleri, her zamanki gibi çok koşturmalı geçmekte. 9 gün oldu geleli ve üst üste aynı yerde 2 gece yatmışlığım olmadı. Sırtımda çantam, oradan oraya koşturma halindeyim. Birçok arkadaşımı göremedim bile daha ama 2-3 gün daha çabalayıp, birkaçıyla daha görüşmeyi umuyorum. Sonra da Bursa'ya uğrayıp, aşağılara doğru ineceğim tekrar.

Neyse bunları boşverelim; zira önemli bir gelişme var hayatımda. Geçtiğimiz yazılarda 'Flora, Flora' diye bahsedip durduğum ekolojik çiftliğe 1 ay içinde 3 kere gittim. En son, geçen sefer de 4 gün kalıp İstanbul'a gelmiştim zaten. Gide gele orayla bağlarım çok kuvvetlendi ve -belirsiz- bir süreliğine orada kalmaya karar verdim. (Yaa bunu daha havalı bir şekilde yazmayı ummuştum aslında) ((: Aslında çok büyük bir gelişme benim için; Eylül ayından beri göçebe olarak ilerleyen hayatımda yerleşik bir duruma geçiyor gibiyim şimdi. Yine diğer ekolojik çiftliklere ve kurulan ve kurulmakta olan topluluklara ziyaretler gerçekleştirmeyi planlıyorum ama asıl olarak 'Flora'da yaşıyorum' diyecek kadar da orada hissediyorum kendimi şimdiden. Öyle yani, pek heyecanlı. Daha önce de yazdım; Flora'nın sakinleri Ayşe ve Selahattin gerçekten aşırı tatlı insanlar (valla okuyolar diye böyle yazmıyorum) ve onlar da, benzer kafadaki insanların oradaki yaşama katılmalarını istiyorlar. Hiç bir şekilde sorgusuz sualsiz kapılarını ve kollarını açtılar bana. Herhangi bir yükümlülük de hissetmeme yol açmadılar. Yani bu macera, o veya bu nedenle 1 ayda da bitebilir, 1 yıl da sürebilir, her şey yolunda ve keyifli ilerlerse, bir ömür boyu da sürebilir. Hayatımda ilk kez, attığım bir adımın bir ömür boyu sürme ihtimali olduğunu hissediyorum mesela, bu inanılmaz bir şey benim için.

Durum budur işte. Ama cidden umduğum kadar janjanlı olmadı bu yazı ya. Neyse naapalım... (: