Zor bir işe al atacağım şimdik. 3 Eylül 2013, yani haftaya Salı, evimi boşaltıp göçebe hayata geçişimin yıl dönümü. 3 Eylül itibariyle, tam 1 yıldır, evsiz-barksız, zaten bir süre öncesinden işsiz, bir sırt çantası haricinde eşyasız yaşıyor olacağım. Bu da bir çeşit değerlendirme yazısı gibi bir şey. Yarın yola çıkıp Çanakkale yollarına düşeceğim; bu Perşembe'den bir sonrakine Anadolu Jam 2013'te bulunacağım; sonrasında da şimdilik tam olarak nasıl dolduracağımı bilmediğim 3-4 günlük bir boşluktan sonra Likya Yolu yürüyüşüne başlayacağım için, büyük bir ihtimalle uzunca bir süre yazamayacağım. Bu değerlendirme yazısını da, tam yıl dönümünde yazsam sanki daha anlamlı olurdu (kendi uydurduğumuz saat-gün-ay vb. kavramlara bunca önem verişimiz de ayrı bir tuhaflık ya...) ama pek mümkün olamayacak diye erken yıl dönümü yazısı kabilinden basıyorum tuşlara.
'Zor bir iş' diye başladım, zira 1 yılda çok şey oldu. İstatistik bilgiyle başlamak belki kolaylaştırır hayatımı, Haziran ayında şöyle bir geriye dönüp saymıştım da, -eksik saymadıysam- İstanbul'da 15, İstanbul dışında da 15 olmak üzere toplam 30 ayrı yerde kalmıştım; şimdi hafızamı hızlıca gözden geçiriyorum ve, -yine eksiğim olabilir ama- İstanbul'da 17, İstanbul dışında ise 18 yere ulaşıyor gibiyim, toplam 35 ayrı yer yani. Bunlardan İstanbul'dakilerin tamamı arkadaşlarımın evlerinden, İstanbul dışındakiler ise anne, baba, arkadaş evlerinden, ekolojik çiftliklerden, bir otel ve bir kamp alanından oluşuyor kabaca. Detaya inmek var şimdi ama gerek de yok sanki...
1 yıl geriye, 26 Ağustos 2012'ye dönüp baktığımdaki tablo bugünkünden çok farklı ve bu 1 yılda çok yol kat ettiğimi görüyorum! Temmuz'da işinden ayrılmış ve bir yandan iş başvuruları yaparken diğer yandan yeni bir işte çalışmaya hazır olmadığını yeni yeni keşfeden, bu işten ayrılırken almış olduğu tazminat ve 8 ay boyunca alacak olduğu işsizlik maaşı sayesinde yaklaşık 1 yılının garanti altında olduğunu fark eden ama sonrası için endişelenen, evini boşaltmaya ve masraflarını iyice kısmaya karar vermiş, -çok kısa bir süreliğine de olsa- nihayet aşka yakın bir duyguyu yaşamış, zaten Anadolu Jam 2012 sonrası genel olarak duygularının daha fazla farkına varmaya başlamış, tam olarak ne yapacağını bilmeyen ama tam da bu bilinmezlikten ötürü kendini tamamen rüzgara bırakmaya hevesli biri var karşımda.
Bugüne, 26 Ağustos 2013'e döndüğümde ise, 14 aydır bilerek ve isteyerek çalışmayan, tazminat ve Mart'a kadar aldığı işsizlik maaşının yanı sıra çok çok aşağıya düşürdüğü masrafları sayesinde (bir de satmış olduğu birkaç büyük baş eşya ve spor üyeliği falan da var) hala maddi bir sıkıntısı olmayan ve epey bir süre daha olmayacak gibi görünen, zaten bu konuyla ilgili neredeyse hiç kaygısı kalmayan, akışa çok güvenen, yerleşik hayatı, yemek yapmayı ve diğer bazı konforları özlemiş olmakla birlikte henüz bu sürecin devam ettiğini gören, her saniye 'başka bir dünya' oluşturmanın hayallerini gören ve bu yönde adımlar da atan, çok güzel, çok doyurucu ve çok destekleyici bir birlikteliğin içinde yer alan, hala 'tam olarak' ne yapacağına karar vermiş olmamakla birlikte bu konuda çok ciddi yol kat etmiş birini görüyorum.
357 gün önceki ve bugünkü Emre'ye bakınca ana hatlarıyla bunları görüyorum. Bu arada elbette ki bütün bu süreç pat diye evi boşaltmamla veya Anadolu Jam sonrası veya son istifam sonrası başlamadı. Şimdi dönüp baktığımda yıllara yayılan bir değişim ve uyanma görüyorum ve bugünkü emre'yi meydana getirdiği için yaşadığım her şeye şükrediyorum. Bugünkü emre çok matah diye söylemiyorum bunu, ama kendimden, geldiğim noktadan ve gideceğim yerlerden çok memnun olduğumu da paylaşmak isterim.
Mesela 2006-2007'de Arçelik'ta çalışırken ve 'daha iyi bir iş' ararken bunda muvaffak olsaydım, bugün olduğum insan olmayacaktım belki.
Mesela Arçelik'ten geçiş yaptığım ve katiyen 'daha iyi bir iş' olmayan TEB UCB, ben çalışmaya başladıktan 4 ay sonra kapanma kararı almış olmasaydı...
Sonra, 4 aycık çalıştığım UCB'de tanıştığım Emin ve Deniz'le hala süren dostluğumuz, yıllardır ülkeyi, dünyayı kurtarma, kendi yönümüzü bulma ile ilgili sohbetlerimiz olmasaydı, kat'iyen bugünkü ben olmayacaktım.
Sonra 6 aylık işsizlik dönemini yaşayıp, sonrasında yönümü insan kaynaklarına çevirmeseydim, Profil International'da -ilk birkaç ayı hariç tutarsak- çok mutsuz olmasaydım, mesailere, anlamsız çalışmalara ve diğer baĞzı şeylere isyan etmeseydim, bir gün işten kaytarıp tuvalette zaman öldürürken aynada traşlı yüzüme ve üzerimdeki cekete ve kravata bakarak kendime "bu sen değilsin!" demeseydim, sonrasında istifa edip bir süre Alanya'da bambaşka bir hayata kendimi atmasaydım da çok farklı olurdu.
Sonrasında İstanbul'a dönüş, sivil toplumla -geç de olsa- tanışma, çeşitli örgütlerde gönüllülük, önce YÖRET Vakfı'nda, sonra TEGV'de çalışma, -görece- daha keyifli bir iş hayatı, ama yine hayal kırıklıkları, yine şu anda çok abuk gelen mücadeleler, ego savaşları vs...
TEGV'den ayrılma arefesinde ve sonrasında, en beğendiğim ve içinde yer almayı çok istediğim iki sivil toplum örgütü olan Greenpeace ve Uluslararası Af Örgütü'nde çalışma şansını ucu ucuna yakalayamamış olmasam, ben yine bugünkü ben olmayacaktım.
Tabii ki daha öncesine, detaylara, diğer birçok kişiye inebilirim ama benim yolum genel olarak iş hayatı çerçevesinde ilerledi, değişti... Ve 2012 Temmuz başında işten ayrılış, aynı ayın sonunda hayatımda çok önemli yeri olan Jam ve sonrasında da evi boşalttığım gün 3 Eylül 2012'ye böyle geldim işte.
3 Eylül itibariyle de bu blogda, biraz daha öncesinden itibaren de şu blogda atıp tutuyorum zaten. Bazen (özellikle göçebe günler'de) çok mu detaya giriyorum, çok mu gereksiz paylaşımlarda bulunuyorum, diye sorgulamıyor değilim ama nasıl geliyorsa öyle yazıyorum işte. Bir ara yayından da kaldırmıştım mesela ama sonra geri koydum. Mesela tam şimdi de, bir yandan yazdıklarımdan çok mutlu hissediyorum, bir yandan da fazla detaya girdiğimi düşünüyorum. Ama kendimi ve hayata bakışımı olduğu gibi anlatabilmem için bu detaylar; onları yazmazsam eksik kalacak çünkü.
Bütün bunları yazma nedenlerim ise şunlar sanki: Öncelikle çok unutan bir insanım, birçok şey yaşıyor, sonra bunların çoğunu unutuyorum. Yazdığım takdirde geri dönüp okumak çok iyi geliyor ve yaşadıklarımı, hissettiklerimi taze tutmama yarıyor. Ayrıca kendi yazılarımı okuyarak kendimden bir şeyler öğreniyorum. Hem yazmak önemli bir düşünce pratiğiymiş, bu süreçte bunu çok iyi anladım. Zihin bomboş gibi gelirken bile yazmaya başladığımda neler dökülüyor neler... Bunları blogda yazıyor olma nedenim ise, hem sadece kendime yazmak için bunca zahmete giremeyen üşengeç kişiliğim, hem de tanıdık/tanımadık 'birilerine ilham olurum belki' umudum. Bu sonuncusu çok önemli ve tanıdığım/tanımadığım dostlardan aldığım tepkiler, yorumlar- e-postalar beni çok mutlu ediyor; bu blogları okuyan bir avuç insan bunları okurken kendinden bir şeyler buluyor, bazısı takdir ediyor, bazısı imreniyor ve belki kıskanıyor, bazısı yola çıkmak için veya yolda kalmak için güç kazanıyor vs. Yani bir nevi deneme tahtası haline getirdiğim hayatım, birilerini harekete geçiriyor veya en azından baĞzı şeyleri sorgulamaya itiyorsa ne mutlu bana! Ki o kadarını yapıyor, bunu biliyorum. Bu arada epey küçülttüğümü düşündüğüm egoma da iyi geliyor tabii tüm bunlar; takdir edilmek, imrenilmek, desteklenmek...
Yukarıda ilham verdiğimden, sorgulattığımdan bahsettim ama bana da ilham veren, doğrudan ya da dolaylı olarak beni güçlendiren kimseler var, adlarını anmazsam olmaz (sanki oscar aldım da teşekkürlere geçtim, hadi hayırlısı) : Hepsiyle de son 1 yıl içinde tanışmış olduğum, çok farklı hayatlar yaşayan veya yaşama hayalleri olan ve bu doğrultuda kendisini denize atmış dostlarım Burcu'ya, Bülent'e, Ayşe ve Selahattin'e, Begüm'e, Filiz'e, Ayşegül'e; şimdi gittiğim yolla ilgili daha rahat olsalar da, zaman zaman frenlemeye çalışmakla birlikte yolumu kesmeye çalışmayan, ilk zamanlarda çok endişelenen annem ve az endişelenen babama; ne zaman sakinliğe, kafamı ve içimi dinlemeye, durmaya ihtiyacım olsa (son 3-4 hafta olduğu gibi) pat diye Alanya'ya gelebilip pek rahat ettiğim için, anneme ve Emir Abi'ye; dahası bana evini açan 35 civarında kişiye; doğrudan ya da dolaylı şekilde, kimi zaman bir kararlarından, kimi zaman -bana göre- yaptıkları hatalardan, kimiz zaman önerdikleri ve hatta elime tutuşturdukları bir kitaptan, kimi zaman bir olay karşısındaki tepki veya tepkisizliklerinden, bazen de bir bakışlarından çok şey öğrendiğim Elif, Umman, Özgür, Özcan, Argın, Neslihan, Balıkçı, Hülya, Birbilen, Bürgito, Emine, İstem, Özlem, İşlev, Ceren, Emek, Balaban, Aslı, Filiz, Emir Abi, Murat ve Dilşad, İdil, Levent, Ceren, Ömürden'e ... yok yok böyle olmayacak, duruyorum; zira devamı geliyor ve bitecek gibi değil. Ama o veya bu şekilde hayatıma giren herkesten bir şeyler öğreniyorum ve buna çok kıymet veriyorum. Bundan kelli burada adı geçen ve geçmeyen tüm dostlara çok teşekkürler.
Farklılıklar olsa da benzer süreçlerden geçen Burcu, blogunda 'dün', 'bugün', 'yarın' diye 3 yazı (sondan 2, 3 ve 4. yazılar, öneririm) yazmıştı. Tam bu satırlara gelince fark ettim ki, bu da benim 'dün' ve 'bugün' yazım oldu sanki. Şimdi bunu yayınladıktan sonra, enerji ve istek bulursam ben de bir 'yarın' yazısı yazarım belki. Bilmiyorum yapabilecek miyim... Neyse şimdilik bu kadar...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder