486 gündür göçebeyim ben. Tabii bu, demek değil ki her gün başka yerde konaklıyorum. Ve fakat sürekli bir yerleşim merkezimin olmadığı, "evim" diyebileceğim bir mekanın olmadığı 486 gün... Aslında şu anda -10 Kasım'dan bugüne- yaşıyor olduğum taş ev, "evim" kategorisine çok yakın, hatta aslında orada yahu. Evet evet, "evim" diyebileceğim bir mekandayım bir süredir ve fakat yine de geçicilik söz konusu olduğu için tam değil bu his. Günhan'ın buraya davet etmesi sonrasında, belirsiz bir süreliğine geldiğimi söylüyordum gelmeden önce, "birkaç hafta da olabilir, birkaç ay da..." diyordum ve geleli 51 gün oldu bile... Günhan da hala beni (bizi) kovmadığına göre, galiba -arada oraya buraya gitmeler olabilir ama- Bahar aylarını da göreceğim burada.
Sonrası belirsiz tabii... Ama içimden geçen bazı (artık "ğ"li yazmayı bırakıyorum, yeter, her şeyin bi' şeyi var) şeyler var ve ben ne zaman onları blogda paylaşsam hep başka yollar çıktı önüme. Ama yine de paylaşayım: Mesela Bahar gelince Güneydoğu turu yapasım var. Nerelere gideceğimi de bilmiyorum, hatta ilk durak hariç bunu planlamak da istemiyorum. İstediğim şu ki -atıyorum- Mart 15'te atlayıp Diyarbakır'a gideyim, tanıdık-tanımadık bir dostun evinde kalayım bir süre, "zamanının" geldiğini hissedince hop başka yere geçeyim, yine hissedince de başka yere... Bu şekilde bir-iki ay (belki de daha fazla) geçiresim var oralarda. Daha önce kısa süreler için bulundum bazı şehirlerde ama oradaki günlük yaşamı teneffüs edemedim tam olarak. İşte bunu yapmak istiyorum.
Sonra artık az-çok öğrenmiş olduğum Likya Yolu'nda birilerini yürütmek istiyorum. Yani bir nevi rehberlik gibi belki... Kaçkarlarda yürümeyi çok istiyorum, mümkünse oraları bilen biri(leri)yle... Belki St. Paul, Karya veya başka bir yolda da... Ve -gidersem eğer- Güneydoğu'da da, elbette... Velhasıl Bahar'ın gelmesiyle doğa yürüyüşlerine devam etmek istiyorum.
Ayy yanlışlıkla 2014'ten dilekler yazısına döndü ama yapacak bir şey yok, valla kendiliğinden oldu;
yoksa takvim yılıyla işim olmaz benim. ((:
Devam...
Ocak ayı için birkaç plan var ama onları zaten 2 yazı önce yazmıştım.
Düzeltmenlik/editörlük gibi bir şeyi "iş" olarak yapmaya da niyet ediyorum. Pek keyif aldığım, hem de iyi bildiğim bir konu. Gülengül'ün kitabını bitirdik sayılır mesela, çok özenli çalıştığımı söyledi ve çok teşekkür etti. Düşünüyorum da, geçen yıl Aktif Umut'un son okumasını yaparken de pek mutluydum. Sonra çalıştığım yerlerde -ve özellikle TEGV'de bizim departmanda- neredeyse tüm yazılar, metinler benden geçiyordu, falan. Ve kendiliğinden oluyordu bu, bir şekilde bunlarla ilgileniyor buluyordum kendimi. Evet ben bunu "iş" olarak yapabileceğimi düşünüyorum. Böylece severek yaptığım bir şeyden para kazanabilirim, gezegene de zarar vermeden; hatta -mümkünse- onu koruyacak, kollayacak kitap vs.nin düzeltmenliğini yaparsam mesela, ne mutlu... Bununla ilgili olarak çevremde az-çok bu işlerin içinde olduğunu bildiğim arkadaşlara haber saldım ve birkaç koldan bazı yerlere ulaşmaya başladım bile. Bu yazıyı okuyan herkese de açık çağrı olsun aslında, bununla ilgili desteğe ihtiyacım var, herhangi bir şekilde yardım edebilecek olanlar bana ulaşabilir mi acep?
Bu arada Gülengül yaptığım işten çok memnun kaldı ve minnet duygusuyla bana karşılık armağanı vermek istediğini söyledi, herhangi bir ihtiyacım olup olmadığını sordu. Ben de, belli bir ihtiyacım olmadığını, hatta şu an için parasal ihtiyacımı karşılayan -onun da dahil olduğu- bir topluluk olduğundan paraya da ihtiyacım olmadığını, ancak yine de severek yaptığım bir işten para kazanmama vesile olur düşüncesiyle gönlünden ve bütçesinden kopan bir miktarı bana göndermesini rica ettim.
Ya aslında nedense yazma konusunda çok tereddüt ettiğim bir şey var, zira bazen o kadar büyük bir adımmış ve bunu yapamazmışım gibi geliyor ki... Gerçi yapamasam ne olur, o da ayrı mesele. Yani beceremeyebilirim, yeterince zaman ayıramayabilirim veya türlü nedenle olamayabilir bu ama her şeyini paylaşmaktan gocunmayan ben, bunu niye paylaşmıyorum, bilmiyorum. Yazayım da kurtulayım en iyisi: Benim bir de kitap yazma niyetim var ama nasıl bir şey olarak şekillendireceğimden de emin değilim. Bloglarda yazdıklarımı ve diğer bazı farkındalıklarımı, deneyimlerimi bir şekilde harmanlayıp ele avuca gelir bir ürüne dönüştürmek istiyorum ama neresinden tutacağımı henüz bilmiyorum. Ama buraya da yazdığıma göre daha ciddiye alıyorum galiba artık, birkaç aydır içimde bir yerlerde olan bu isteği... Öyle işte... Siz yine de yazamazsam dalga geçmeyin, olur mu? :P
Bunlardan başka da, yavaş yavaş alışkanlık haline getirmeye başladığım meditasyonu iyice hayatımın parçası haline getirmeye, -bir ara yapıp şimdilerde yüz çevirdiğim- yogaya azıcık olsun dönmeye, kendi derinliklerime daha da inebilmeye, yine çok keyif almaya, yine çok eğlenmeye, yine tanıdık/tanımadık erişebildiğim kişilere dokunmaya çalışmaya niyet ediyorum.
2014'le sınırlı kalmadan, önümüzdeki zamanlar için niyetlerimdir.
Saygılarımla arz ederim.
31 Aralık 2013 Salı
22 Aralık 2013 Pazar
Taş evde yalnız...
Kaçıncı gün olduğunu yazmak adet olmaya başladı ya, bugün itibariyle 477!
Aslında yazacak çok fazla yeni bir şey yok belki ama arayı çok açmadan yazmak istiyorum. Bu blog en az dışarısı kadar kendim için de var çünkü; bunca olan-biteni, yaşadıklarımı, hissiyatımı vs. hatırlamama imkan yok, yoksa.
Bir önceki Cuma'dan beri neler oldu... Feride ve Furkan geldiler İstanbul'dan; Janset ve Günhan ile birlikte bizdeydiler Cuma akşamı. Yedik-içtik, sohbet falan... Cumartesi günü de hep beraber Seferihisar'a, Sığacık'a gittik; Teos Antik Kenti'ni gezdik -ki çok güzel bir yer.
Teos'un güzelliği kadar önemli olan şey Seferihisarda -nihayet- güzel un bulabilmiş olmamızdı; 3 kg tam buğday, 1 kg da çavdar unu aldık, geldik! Hatta orada bir fırından bir de ekşi maya bulduk! Güzelbahçe'ye geldiğimizden beri güzel un bulamıyorduk çünkü; varsa yoksa paketli, ambalajlı uyduruk unlardan alıyorduk. Öyle olunca da ekmeği bazen kendimiz yapıyorduk (hazır kuru mayadan); kendi yapman bile olsa beyaz undan olunca çok tadı tuzu olmuyor zira. Neyse artık o günler geride kaldı ve güzel unumuz var (keşke daha fazla alsaydık gerçi); Burcu gitmeden de -onun gözetiminde- bi' ekmek yaptım ve asıl güzel ekmeği o gittikten sonra becerdim. Bkz.
Aslında yazacak çok fazla yeni bir şey yok belki ama arayı çok açmadan yazmak istiyorum. Bu blog en az dışarısı kadar kendim için de var çünkü; bunca olan-biteni, yaşadıklarımı, hissiyatımı vs. hatırlamama imkan yok, yoksa.
Bir önceki Cuma'dan beri neler oldu... Feride ve Furkan geldiler İstanbul'dan; Janset ve Günhan ile birlikte bizdeydiler Cuma akşamı. Yedik-içtik, sohbet falan... Cumartesi günü de hep beraber Seferihisar'a, Sığacık'a gittik; Teos Antik Kenti'ni gezdik -ki çok güzel bir yer.
Teos'un güzelliği kadar önemli olan şey Seferihisarda -nihayet- güzel un bulabilmiş olmamızdı; 3 kg tam buğday, 1 kg da çavdar unu aldık, geldik! Hatta orada bir fırından bir de ekşi maya bulduk! Güzelbahçe'ye geldiğimizden beri güzel un bulamıyorduk çünkü; varsa yoksa paketli, ambalajlı uyduruk unlardan alıyorduk. Öyle olunca da ekmeği bazen kendimiz yapıyorduk (hazır kuru mayadan); kendi yapman bile olsa beyaz undan olunca çok tadı tuzu olmuyor zira. Neyse artık o günler geride kaldı ve güzel unumuz var (keşke daha fazla alsaydık gerçi); Burcu gitmeden de -onun gözetiminde- bi' ekmek yaptım ve asıl güzel ekmeği o gittikten sonra becerdim. Bkz.
Salı günü Burcu gitti ve yalnız günlerim başladı. Aslında büyük oranda aynı hayatı yaşıyorum; yine ekmek, yemek, yoğurt (yahu son yoğurt çok güzel oldu!) vs. yapma; soba yakma; kitap okuma (Burcu gittiğinden beri J. Dawson'ın Ekoköyler'ini ve S.Nişanyan'ın Aslanlı Yol'unu okudum) ve biraz bloglarla ilgilenme ile geçti. Ha bu arada geçen yazıda bahsetmiş olduğum yemek blogunu da, dün itibariyle kullanıma açtım.
Gülengül'ün kitabının düzeltmelerine Çarşamba günü başladım ve son 7-8 sayfaya geldim; bugün biter. Yarın da genel bir bakış atıp gönderirim sanırım. Yalnız kaldığım günlerde böyle bir sorumluluk üstlenmiş olmak da iyi geldi.
110 küsur saattir yalnızım ve henüz tek bir an bile sıkılmadım. 5 günde toplam 7-8 telefon görüşmesi yaptığımda kendi sesimi duydum; bir de Cuma günü tahin almak için çarşıya doğru giderken Raşit Abi'yle selamlaşırken ve sonrasında mandırada... Zaten bir tek o gün dışarı çıktım, onun dışında hep evdeyim.
Ha bir de yoğun gündemden ben de biraz olsun nasiplendim, uzun zaman sonra. Olan biteni uzaktan ve çok içine girmeden izliyorum. Gerçekten çok kirli bir dünya yahu; yazık...
---------------------------------------
Sonradan ekleme: Yahu nasıl oldu da unuttum; son 10 günün belki de en güzel olayı eve gelen sürpriz koliydi. TEGV'den arkadaşım ve kuvvetle muhtemel -ve gerçekten bak- dünyanın en iyi insanı olan İşlev'cim, içinde çeşit çeşit kuruyemişler, türk kahvesi, fincan takımı, bir şişe uzo ve 2 kavanoz domates-biber harcı (hem de ürünler babasının bostanından) olan bir kutu göndermiş bana. Nasıl bir inceliktir yahu...
13 Aralık 2013 Cuma
468 kere maşallah
Gün oldu 468, ben hala pek iyiyim. Kış uykusu devam etmekte. Kendini akışa teslim etmiş olan ben, doğayla birlikte dinleniyorum hala. Aslında dinlendim de bayağı. 33 gündür kaldığım taş ev bana çok iyi geldi ve iyice sakinledim. Bugünlerde yavaştan 'şimdi ne yapmalı?'lar dolaşmaya başlıyor zihnimde...
İzmir'de hava çok soğuk, Güzelbahçe'de daha da soğuk. Hava durumu takip etmiyor ve haberleri izlemiyorum ama anladığım kadarıyla şu anda birçok yerde mevsim normallerinin epey dışında bir soğuk söz konusu. Özellikle birkaç gündür sobamız odunları yutuyor adeta ama yapacak bir şey yok.
Çeşit çeşit yemek yapıyoruz. Yemekle de kalmayıp yoğurdumuzu, ekmeğimizi (en son mısır unu da ekledik ve mısır ekmeği yapmış olduk), reçellerimizi yapıyoruz. Reçel işi ilginç oldu aslında, zira ne Burcu ne de ben reçel meraklısıyız ama yapması çok keyifli. Bir önceki hafta sonu Urla'da topladığımız dağ çileği ve yaban mersinlerinden yaptığımız reçellere ek olarak, geçtiğimiz hafta Bayındır - Arıkbaşı Köyü'nde Jansetler'in evinde yapmış olduğumuz toplantı arasında Asil ve Ozan'ın bizim için toplamış oldukları mersinlerden de reçel yapıp duruyoruz bir haftadır. Dün son partiyi bitirdik ama fazla katılaşmış olduğu için biraz su ekleyip tekrar kaynattık ve görev bugün itibariyle tamamlanmış oldu. Dedim ya, çok sevmiyoruz aslında reçel yemeyi ama kendi reçelini yemek bir başka oluyor; ayrıca oraya buraya hediye olarak götürüyoruz falan, güzel oluyor. Bu kadar yemekten bahsetmişken, ben bir de yemekle ilgili bir blog açtım, biliyor musun? Çok iddialı olduğum ve ahkam keseceğim bir blog değil tabii; daha ziyade kendim için oluşturduğum bir blog, zira unutuveriyorum ne yaptığımı, nasıl yaptığımı falan. O yüzden çevrimiçi olarak her yerden ulaşabileceğim bir yerde yaptığım yemekler ve tarifleri dursun istedim. Faydalananlar da olursa ne ala, ama buradaki esas hedef kitle kendim. Şimdilik sadece 4 tarif koydum, birkaç tane daha koyup bir-iki de fotoğraf ekleyince paylaşacağım.
Jansetler'in evinde yapmış olduğumuz toplantı ise, topluluk olarak doğada yaşamak isteyen veya farklı bir takım arayışları olan kişilerin toplaştığı üçüncü toplantımız oldu. Birincisini Dalyan'da yapmıştık ve 2-3 yazı önce bahsetmiştim, ikincisi Olimpos'ta yapıldı (ben yoktum), işte bu da üçüncüsü idi. Yine çok güzel, çok keyifli falandı ama şimdi uzun uzun anlatmayacağım. Bu arada dördüncüsü de 20-21 Aralık'ta İstanbul'da gerçekleşecek. İlgilenen herkese kapıların açık olduğunu hatırlatmış olayım.
Bu süreçte Kutsal Ekonomi'yi, Aktif Umut'u, Şimdi'nin Gücü'nü, biraz biraz birkaç kitaptan bazı bölümleri ve Ot dergisinin Aralık sayısını okudum. Okuduğum şeyleri biraz daha derin, alt çizerek falan okuyorum, yoksa sanırım daha çok okurdum. Ha bir de Gülengül arkadaşımın kendi web sitesinden yayınlayacağı kitabını bitirdim dün. Bu kitabın düzeltmenliğini yapmamı rica etti benden ve ben de seve seve kabul ettim. Hikayeyi bitirdim ve bugün itibariyle de düzeltmelere başlıyorum. Uzun olmayan bir hikayesini anlatıyor kitapta ve dediğim gibi web sitesinden yayınlayacak; yani ücretsiz olarak okunmaya açacak. Dileyenlerin de ona armağanlarını göndermelerine açık; evet, bildiğimiz armağan ekonomisi. Örnekler epey çoğalıyor yahu şu sıralar, Komşu Cafe'yi duydun di mi mesela?
Bunlar dışında, Burcu'yla Şubat'tan bu yana yaptığımız mektuplaşmaları (e-mektuplar) okuyoruz ve hatta bunlarla ilgili bazı düşüncelerimiz var, yakında kokusunu alabilirsiniz. ((: Ayrıca Giftsion'u hayata geçirmek için heyecanlanıyoruz zaman zaman, bunu konuşuyoruz ara ara. Bir şey daha var konuştuğumuz ama bu şimdilik bende kalsın. Henüz emekliyor bile sayılmaz zira. Ama olabilse pek mutlu olacağım bir şey. Neyse çok gizemli oldu bu paragraf, sevmedim.
Bir de kendiliğinden beliren kısa vadeli planlar var. Salı günü Burcu gidiyor mesela ve bir aydan fazla yok. Ben bir süre burada takılıp okuma-yazma işlerine devam etmeyi düşünüyorum; sonra halet-i ruhiyeme göre bi' Ankara yapasım var ama bakalım... Sonra Ocak sonuna doğru Bayramiç'e gidip Yeniköy'ü, Orman Evi'ni, bir de Deryalar'ı ziyaret edesim/(iz) var. Sonra galiba bir süre daha taş evde takılıp Bahar'da yine yollara düşermişim gibi görünüyor, buradan baktığımda. Gerçi belli olmuyo da hiç bu işler...
Bütün bunların dışında 'kolektif yeni deneyi' de devam etmekte ve beni hala çok heyecanlandırmakta. Bu blogu okuyanlar içimden sohbetler'den de illaki haberdardır gerçi ama duymayan, bilmeyen varsa yine de bahsettiğim deneye buradan yönlendirmiş olayım. Ayrıca yeni destekçilere de açığım. ((:
< Son olarak da çok 'link' verdiğimin farkındayım, kötü oluyorsa söyler misiniz bana? >
İzmir'de hava çok soğuk, Güzelbahçe'de daha da soğuk. Hava durumu takip etmiyor ve haberleri izlemiyorum ama anladığım kadarıyla şu anda birçok yerde mevsim normallerinin epey dışında bir soğuk söz konusu. Özellikle birkaç gündür sobamız odunları yutuyor adeta ama yapacak bir şey yok.
Çeşit çeşit yemek yapıyoruz. Yemekle de kalmayıp yoğurdumuzu, ekmeğimizi (en son mısır unu da ekledik ve mısır ekmeği yapmış olduk), reçellerimizi yapıyoruz. Reçel işi ilginç oldu aslında, zira ne Burcu ne de ben reçel meraklısıyız ama yapması çok keyifli. Bir önceki hafta sonu Urla'da topladığımız dağ çileği ve yaban mersinlerinden yaptığımız reçellere ek olarak, geçtiğimiz hafta Bayındır - Arıkbaşı Köyü'nde Jansetler'in evinde yapmış olduğumuz toplantı arasında Asil ve Ozan'ın bizim için toplamış oldukları mersinlerden de reçel yapıp duruyoruz bir haftadır. Dün son partiyi bitirdik ama fazla katılaşmış olduğu için biraz su ekleyip tekrar kaynattık ve görev bugün itibariyle tamamlanmış oldu. Dedim ya, çok sevmiyoruz aslında reçel yemeyi ama kendi reçelini yemek bir başka oluyor; ayrıca oraya buraya hediye olarak götürüyoruz falan, güzel oluyor. Bu kadar yemekten bahsetmişken, ben bir de yemekle ilgili bir blog açtım, biliyor musun? Çok iddialı olduğum ve ahkam keseceğim bir blog değil tabii; daha ziyade kendim için oluşturduğum bir blog, zira unutuveriyorum ne yaptığımı, nasıl yaptığımı falan. O yüzden çevrimiçi olarak her yerden ulaşabileceğim bir yerde yaptığım yemekler ve tarifleri dursun istedim. Faydalananlar da olursa ne ala, ama buradaki esas hedef kitle kendim. Şimdilik sadece 4 tarif koydum, birkaç tane daha koyup bir-iki de fotoğraf ekleyince paylaşacağım.
Jansetler'in evinde yapmış olduğumuz toplantı ise, topluluk olarak doğada yaşamak isteyen veya farklı bir takım arayışları olan kişilerin toplaştığı üçüncü toplantımız oldu. Birincisini Dalyan'da yapmıştık ve 2-3 yazı önce bahsetmiştim, ikincisi Olimpos'ta yapıldı (ben yoktum), işte bu da üçüncüsü idi. Yine çok güzel, çok keyifli falandı ama şimdi uzun uzun anlatmayacağım. Bu arada dördüncüsü de 20-21 Aralık'ta İstanbul'da gerçekleşecek. İlgilenen herkese kapıların açık olduğunu hatırlatmış olayım.
Bu süreçte Kutsal Ekonomi'yi, Aktif Umut'u, Şimdi'nin Gücü'nü, biraz biraz birkaç kitaptan bazı bölümleri ve Ot dergisinin Aralık sayısını okudum. Okuduğum şeyleri biraz daha derin, alt çizerek falan okuyorum, yoksa sanırım daha çok okurdum. Ha bir de Gülengül arkadaşımın kendi web sitesinden yayınlayacağı kitabını bitirdim dün. Bu kitabın düzeltmenliğini yapmamı rica etti benden ve ben de seve seve kabul ettim. Hikayeyi bitirdim ve bugün itibariyle de düzeltmelere başlıyorum. Uzun olmayan bir hikayesini anlatıyor kitapta ve dediğim gibi web sitesinden yayınlayacak; yani ücretsiz olarak okunmaya açacak. Dileyenlerin de ona armağanlarını göndermelerine açık; evet, bildiğimiz armağan ekonomisi. Örnekler epey çoğalıyor yahu şu sıralar, Komşu Cafe'yi duydun di mi mesela?
Bunlar dışında, Burcu'yla Şubat'tan bu yana yaptığımız mektuplaşmaları (e-mektuplar) okuyoruz ve hatta bunlarla ilgili bazı düşüncelerimiz var, yakında kokusunu alabilirsiniz. ((: Ayrıca Giftsion'u hayata geçirmek için heyecanlanıyoruz zaman zaman, bunu konuşuyoruz ara ara. Bir şey daha var konuştuğumuz ama bu şimdilik bende kalsın. Henüz emekliyor bile sayılmaz zira. Ama olabilse pek mutlu olacağım bir şey. Neyse çok gizemli oldu bu paragraf, sevmedim.
Bir de kendiliğinden beliren kısa vadeli planlar var. Salı günü Burcu gidiyor mesela ve bir aydan fazla yok. Ben bir süre burada takılıp okuma-yazma işlerine devam etmeyi düşünüyorum; sonra halet-i ruhiyeme göre bi' Ankara yapasım var ama bakalım... Sonra Ocak sonuna doğru Bayramiç'e gidip Yeniköy'ü, Orman Evi'ni, bir de Deryalar'ı ziyaret edesim/(iz) var. Sonra galiba bir süre daha taş evde takılıp Bahar'da yine yollara düşermişim gibi görünüyor, buradan baktığımda. Gerçi belli olmuyo da hiç bu işler...
Bütün bunların dışında 'kolektif yeni deneyi' de devam etmekte ve beni hala çok heyecanlandırmakta. Bu blogu okuyanlar içimden sohbetler'den de illaki haberdardır gerçi ama duymayan, bilmeyen varsa yine de bahsettiğim deneye buradan yönlendirmiş olayım. Ayrıca yeni destekçilere de açığım. ((:
< Son olarak da çok 'link' verdiğimin farkındayım, kötü oluyorsa söyler misiniz bana? >
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)