24 Nisan 2014 Perşembe

Hayatı "Kut"ladık

Nerde kalmıştık... Geçtiğimiz Çarşamba İzmir'e geldim ve Özgür'ün evinde Özgür ve Burcu ile buluştum. Yorucu ve süper keyifli günler başladı böylece; malum, hafta sonu hayatı "kut"layacaktık...

Çarşamba akşamı, Perşembe, Cuma boyunca hafta sonu etkinliğine hazırlanarak geçti. Bol hisbakışlı (jam'deki check-in'e de güzel bir karşılık mı bulduk ne); etkinlik, oyun vs. önerilerinin havada uçuştuğu günlerden sonra Cuma akşamüstüne doğru Şirince'ye, Tiyatro Medresesi'ne ulaştık.

Medrese de, Medrese'de tanıdığımız insanlar da haddinden fazla güzeldi. Zaten günlerimizin bu kadar güzel geçmesinde önemli bir pay da mekana ve mekanda bulunan Onur ve yemeklerimizi yapan Bircan'a aitti. Cuma akşamı hem mekana ısındık hem de hazırlıklarımızı tamamladık; yattık-kalktık, Cumartesi oldu. Ama ne olmak!.. Sabah acayip bir sağanak yağmur, en yüksek perdeden gök gürültüleriyle uyandık. Mekansal olarak da minik bir sürpriz yaşadık ve gerek kadınların kalacağı koğuşta, gerekse çalışma yapacağımız salonda tavan aktı. Islanan yataklar değiştirildi, çalışma yapacağımız salondan mutfağın da yer aldığı salona taşındık... Bu değişikliğin de olumlu etkileri olmadı değil, çok daha aydınlık ve daha iç açıcı bir ortamda çalışma yapmış olduk. Şikayetçi değiliz yani.

Buluşma saati olan 10:30- 11:00 arasında katılımcılar geldi ve etkinlik başladı. Etkinliğin detaylarına girecek değilim ama gerçekten çok güzel bir 2 gün geçirdik. Aralarda ve Cumartesi gecesi Burcu ve Özgür ile hazırlıklar, çalışmalar, program akışı üzerinde değişiklikler hep devam etti ve epey yorulduk. Ama güzel yorulmak... Bu arada çok güzel ve birbirini tamamlayan bir ekip olduğumuzu düşünüyorum. Bana çok şey kattı bu çalışma. Pazar akşamı etkinlik sona erdiğinde çok kaynaşmış, birbirini çok sevmiş bir topluluk oluverdik; pek de güzel olduk. Özgür ve Burcu ile değerlendirmemizi de yaptık ve etkinlik sona ermiş oldu.

Etkinlik bitti, herkes gitti; Burcu ve ben bir gün daha kaldık orada. Hisbakışlara ve sohbete devam ettik, Onur'la daha çok sohbet etme şansımız oldu; o gün orada bululan Şule, Ege ve Suzan (ve oğulları Ali) ile de vakit geçirme şansımız oldu. Oradaki kişilerle de Medrese'yle de daha yoğun bir bağ kurmuş olduk...

Ertesi sabah kahvaltı, çimlerde yayılma, gelen-gidenle selamlaşma, özellikle -neydi o kızın adı yaa- hah Turna ile sohbet, bize İngilizce şarkılar öğretmesi falan... Bi' de abisi var, Kuzgun...Öğleden sonra bir şeyler atıştırdıktan sonra Onur'u da aldık (ya da o bizi aldı), Şirince'ye gittik. Köyde gezinti, Nişanyan otelini ve bağ evlerini görme, Hodri Meydan Kulesi'ne çıkma, çok yürünesi patikaları fark etme ve burada bir etkinlik daha yapma isteğimizin kabarması...

Akşam üstüne doğru Onur'la vedalaştık ve Şirince çıkışında baş parmaklarımızı kaldırdık. Çok beklemeden orada yaşayan bir kadınla Selçuk'a, oradan bir edebiyat hocasıyla Seferihisar yoluna çıktıktan sonra bir kamyon aldı bizi ve yola koyulduk. Burcu'yu bir süreliğine ikamet ettiği Seferihisar-Doğanbey'de atıp ben Seferihisar'a kadar devam ettim amcayla. Orada otostopa başlamamla Hilal'in karşıma çıkması bir oldu. (Babamın bir arkadaşı, geçtiğimiz aylarda tanışmıştık.) Evlerinin olduğu Çamlı taraflarında indim ve bu sefer dört öğrenciden oluşan "rodtrip" ekibi durdu. Adamlar vizelerin bitmesiyle yola düşüp dört günde 3.000 km yapmışlar; Denizli, Konya, Isparta, Afyon'u arşınlamışlar. "E hep yolda geçmiştir zaman, gittiğiniz yerleri anladınız mı, algılayabildiniz mi?" soruma, "Nokta atış yaptık, gidilmesi gereken yerlere gittik, görülmesi gerekeni gördük, yenmesi gerekeni yedik." şeklinde cevap verdiler.

İzmir'de doğrudan Burak'a geldim yine. Burayı da artık iyice benimsedim zaten... Pazartesi günü öylece geçti. Salı günü akşam üstü Burcu geldi. Muhabbet ederken bir sonraki etkinlik için heyecanlandık falan (bugün-yarın kokusunu alırsınız); sonra Burak da okuldan döndü ve akşam dışarıda yemek yedik, sonra da Alsancak'a gittik. Çay-kurabiye... Yolda giderken de atölyeye gelenlere mesaj attık, belki gelebilenler olur diye. Murat, Sevil ve Özgür geldiler. Ayrıca Özgün ve birkaç arkadaşı da Kordon'daydı, biralarımızı alıp yanlarına gittik. Bir saat falan kalabildik, o sıralarda çok çok mutlu ve enerjik hissettiğimi paylaşasım var. Eski günlerdeki gibi çenemin düştüğünü fark ettim falan...

Oyy, çok uzadı ama bitiyor. Burcu'yu otogara bıraktık ve İstanbul'a yolculadık, eve döndük... Dün de süper ötesi mükellef bir kahvaltıyla güne başlayıp Urla'ya, Umman'a gittik Burak'la. Bildiğiniz (ya da bilmediğiniz) üzere Umman Olimpos'tan yeni taşındı bu taraflara; hatta beraber ev bakmıştık onunla. Evi çok güzel, kendisinin enerjisi acayip yükselmiş, tam kendini bulmuş sanki; kaza geçiren köpeği Çakıl(us) daha iyi ama epey acı çekiyor, kedisi Kum ise dün kendisine kuru mama verilmediği için Umman'a küs idi. Gitmişken Likya yolunda ihtiyaç halinde kullanmak üzere panço yağmurluğunu ve yine su geçirmeyen pantolonunu ödünç aldım ve İzmir'e geçtim. Arjin (Argın'ın yeni adı, tam alışamadım henüz) ile buluştuk, iki laklak ettik ve ondan da çadırını aldım ve eve döndüm. Akşam, yukarıda bahsettiğim ve 1-2 gün içinde kokusunu alacağınız etkinlikle ilgili birkaç detay netleşti bu arada...

Ehh bugün de kalktım, kahvaltı, duş vs. Birazdan SGK'ya gidip genel sağlık sigortamı başlatacağım, sonra yürüyüşle ilgili bir iki alışveriş yapıp döneceğim. Yarın yola düşüyorum, otostopla Patara'ya gidecek ve geçen yıl kaldığımız kamp alanına çadırı atacağım. Cumartesi günü diğer arkadaşlar da gelecek ve Pazar günü Kalkan-Kaş tarafına doğru yürümeye başlayacağız. Oradan Flora'nın bahar şenliğine geçerim, sonra da... Bakalım işte...

22 Nisan 2014 Salı

İtfaiyeci Sam

İlk kez, daha yazıya başlamadan yazının başlığı belli idi: İtfaiyeci Sam

Geçen hafta bugün Antalya'ya doğru yola çıktım. Annemler de Manavgat'a gidiyorlardı zaten, onlarla yola düşüp Manavgat'tan otostopa başladım.

Önce Erzurum-Tortum'lu iki çok genç çocuk (ehliyetleri bile yoktu) aldılar beni ve onlarla Serik'e kadar devam ettim. Otellerden hurda toplayarak geçimlerini sürdürüyorlarmış. Güzel insanlardı...

Sonra tur firmaları ile gelen turistlerin hava alanı - otel transferlerini yapan Ahmet abi Antalya'ya kadar attı beni. Değişik bir adamdı ama detaylara girip rencide etmeyeyim kendisini ((: Kendimden biraz bahsettiğimde, birçok diğer şoför gibi nasihat vermekten imtina etmedi: "Emreeee, Emreeee, olmaz öyle Emreeee, nereye kadar Emreeee..." şeklindeki cümleleri yetmiş sekizinci kez dinlemiş oldum, sayesinde. Bununla birlikte şöyle bir iş imkanından bahsetti ki bir süre çalışmaya karar versem veya -olmaz ya- zorunda kalsam, yapabileceğim bir işe benziyor: Üniversite mezunları -galiba- İşkur'un bir eğitimine katılıp sürücü kurslarında direksiyon eğitmenliği yapabiliyorlarmış ve ayda 1.500 TL falan kazanıyorlarmış. Aklımın bir köşesine yazdım valla, ne olur ne olmaz... ((: Buradan da başka ilgililere duyurmuş olayım.

Antalya'da dünya tatlısı Handan'la buluştum ve bana çok iyi geldi gerçekten. Onunla bir yıl kadar önce, Antalya'da Begüm'le gerçekleştirmiş olduğumuz Armağan Ekonomisi 101 atölyesinde tanışmıştık ve çok kanım ısınmıştı. Hatta söylemiştim ona da, sanki teyzem falanmış gibi hissetmiştim. O günden sonra hiç görememiştim onu, sadece birkaç kez facebook'tan yazışmışlığımız vardı ama o gün birkaç saat sohbet ettik ve çok keyif aldım. Görmek istediğim bir diğer insan olan Yeşim de yarım saat kadar yanımıza uğradı ve onunla da iki çift laf edebildik.

Sonrasında Sametlerin evine bıraktı beni Handan. Samet'le geçen yılki Anadolu Jam'e gidiş yolculuğumda tanışmıştık. Otostop çekiyordum ve beni Alanya'dan Antalya'ya kadar götürmüştü. Yol boyunca hiç susmadan sohbet edince bir anda güzel bir dostluk oluşmuştu ve Antalya'ya yolum düştüğünde mutlaka onlara da gitmemi istemişti Samet, ben de gittim işte. ((: Bu arada Samet psikolojik danışman; sonraki zamanlarda facebook'tan yazıştığımızda hastalarına çokça benden bahsettiğini, beni örnek gösterdiğini falan söylemişti, hatta yine söyledi; hoşuma gitti. ((: Eşi Gülden'le ve tadından yenmeyen oğulları Ömer'le de tanışmış oldum. Ömer, gerçekten acayip tatlı ve canayakın bir çocuk. Kapıdan girmemle oyun oynamaya başlamamız bir oldu ve en çok da "İtfaiyeci Sam" oynadık. Yazılı olarak anlatması da biraz zor ama... Elini kulağına götürüyor ve "alo" diyor, biz de aynını yapıp "itfaiyeci sam?" diyoruz, "hııı" diyor, "yangın mı var? nerde nerde?" diyoruz, bi' yeri göstererek "oğğğda" diyo, "çabuk koş söndür o zaman" diyoruz ve elindeki hortuma benzer oyuncağıyla gidip "pfüfüüffüf" diyerek yangını söndürüyor ve oyun başa sarıyor. Aşırı tatlı, gerçekten...

Bu arada ilk kez otostopta tanıştığım biriyle görüşmüş, hatta evinde kalmış oldum. Çok güzel yemekler yedik, sohbetler ettik derken yattık kalktık, sabah oldu. Kahvaltı sonrası yola düştüm. Beni aşağıya kadar uğurladılar, tam ayrılırken Ömer'in elinden tuttum "sen benimle gel, boşver babayı" dedim ve geldi valla, arkasına bile bakmadı. Samet bu durumu bi' sorgula istersen ((:

Otobüse bindim ve 10:30'da Korkuteli sapağına vardım. Hemen hiç beklemeden iki genç aldı beni. Biri yeni mezun bir inşaat mühendisi, diğeri galiba onunla çalışan bir çocuk. Kamp, Likya yolu, göçebelik, göçebelik durumundaki kız arkadaş durumları ile ilgili epey sordular, tek tek cevapladım hepsini ve hemencecik Korkuteli'ye vardım. Orada da hiç beklemeden Güntekin Abi'nin arabasına bindim ve Denizli'ye kadar gittik. Arada bir işi olduğu için yolu uzatarak Gölhisar'a uğradık ve bu nedenle normalden biraz daha uzun sürdü yol. Ama bu kısım da gayet keyifliydi; ayrıca Gölhisar'ın kavurması meşhurmuş, Güntekin Abi ısmarladı...

Denizli'den şehir çıkışına doğru biraz yürümem gerekti ama sonrasında 10 dk. bile beklemeden Sarayköy'e kadar giden bi' arkadaşın aracına bindim. 35 yaşında ama 17 yaşında evlendiği için liseye giden çocukları falan vardı. Sarayköy'den de Buharkent'e kadar gittim bi' araçla. Onunla daha az sohbet ettik, diğerlerine nazaran. Neyse, Buharkent çıkışında da nerdeyse hiç beklemeden Ertan aldı beni ve İzmir'e kadar geldim onunla. Doktormuş ve bir ilaç firmasında çalışıyormuş, çok seyahat ediyormuş... Epey sohbet ettik, çok sordu o da bana, ben de çok cevapladım bu durumda ((: Ama keyifli bir sohbetti. Hafta sonu gerçekleştireceğimiz etkinliğe de davet ettim ama gelmedi ((:

Akşam 18:30 sularında, toplam 8 saatte İzmir'e varmış oldum böylece. Aradaki 1,5 saatlik zaman kaybına rağmen süper hızlı geldim, hiçbir yerde beklemedim de... Ama normal, çünkü pembe tişört giymiştim. (Furkan'a selam olsun...)

Sonra Burcu ve Özgür'le buluştum ama bu kısımları bir sonraki yazıda anlatayım en iyisi...

14 Nisan 2014 Pazartesi

Bahar hızlı geldi!!

Bir anda hızlandı her şey. Saatlerdir internetten çıkamıyorum, önümüzdeki günlerdeki etkinlikler için organize ve koordine olma halleri ile geçiyor günüm. Kitabım da beni bekliyor orada...

Bu hafta sonu Şirince'de gerçekleştirecek olduğumuz Hayat'ı "Kut"layalım etkinliğinin yazışmaları, paylaşımları bir yandan; bir sonraki hafta -görünen o ki- 6-7 veya daha çok kişi olarak çıkacak olduğumuz Likya Yolu yürüyüşü ile ilgili yazışmalar, programlar diğer yandan... E şimdiden onun sonrasını da düşünmeler (göçebeyim ya, ona göre hangi kıyafetleri yanıma almam lazım, kitap alabilecek miyim vs. bunları hep önceden düşünmek gerekiyo) falan da filan. Saatlerdir çıkamadım bu girdaptan. Yazarsam rahatlayarak sıyrılabileceğimi umut ediyorum.

Likya yürüyüşü sonrası için doğa yürüyüşlerine devam etmeyi, Flora'nın "ikinci geleneksel" bahar şenliğine katılmayı (Ayşe, duyurun hadi artık), belki bir "Hayatı 'Kut'layalım" etkinliği daha yapmayı, bir ara Ankara'ya, bir ara da Güneydoğu'da muhtelif yerlere gitmek istiyorum. Yine dört bir yanım plan-programla çevrildi.

Tüm bunlar bir yana, Aralık'ta toplu alım yaptığım ama birkaçına sıra gelmeyen kitaplar yetmezmiş gibi, geçenlerde 5 kitap daha aldım. Her birini okumayı heyecanla bekliyorum ama ne zaman!!! Bu aralar hayatımda hiç olmadığı kadar okuma aşkıyla doldum ve fena okudum zaten de yollardayken pek zor oluyor işte bu işler...

Ha bir de kitap yazıyorum di mi güya? Onun esamesini bile okuyamıyorum kaç zamandır.

Poff, hiç yetmiyor zaman...

Bu arada Çarşamba akşamı Özgür'de buluşuyoruz ve etkinlik için son hazırlıklara girişiyoruz. Ben tercihen yarın yola çıkıp bir gün Antalya'da kalıp ertesi gün İzmir'e geçmek istiyorum. Antalya'da görmeyi çok istediğim 2 arkadaşa yazdım ama henüz iletimi görmedikleri için programım netleşemedi.

Eh Alanya'daki günlerse aynı... Arada yürüyüşe çıktım, çokça okudum-düşündüm-yazdım.

Ha bir de genel sağlık sigortası için hiç prim ödemeyeceğimi öğrendim ve pek sevindim. Devleti gelirsiz olduğuma ikna etmişim demek ki.

İşte böyle... Sustum...

5 Nisan 2014 Cumartesi

dön-dolaş, Alanya

Uzun zaman sonra ilk kez Alanya'dan yazıyorum. Son yazdığımdan beri -ki son iki yazıyı sosyal medyada paylaşmamıştım, çoğunuz okumamışsınızdır- epey bir şey oldu. Özetleyelim...

Genel sağlık sigortası için görevli geldi, mini görüşmemizi gerçekleştirdik ve sonrasında özgür kaldım, evde bekleme zorunluluğum sona erdi. Sonucu ise belediyeden hala öğrenemedim bu arada. Hemen o gün Seferihisar'a Burcu ve ustasının (Ayfer) yanına gittim. Bu arada Burcu'nun çıraklık maceralarını takip için lütfen buradan yakınız. 1 hafta boyunca Burcu ve Ayfer'le, -hatta ilk 2-3 gün Ayfer'in kardeşleri, annesi vs ile, yani kocaman bir güruh ile- takıldık.

Sonra seçimlerden hemen önceki Cuma günü İzmir'e Burak'ın evine geçtik. Ertesi gün, bir yıldır merak edegeldiğim Veysi Özdemir'i ziyaret edecektik. Veysi, Bayındır'ın bir köyünde, dağ başında bir başına yaşıyor üç yıldır. Biz de kaç aydır aklımızda olmasına rağmen bir türlü gidememiştik ama anca sıra geldi işte. Cumartesi öğlen saatlerinden Pazar aynı saatlere kadar Veysi ve muhteşem doğa ile güzel bir gün geçirdikten sonra -seçim günü- İzmir'e döndük. Önce Özgür'e uğrayıp yapmak istediğimiz etkinlikle ilgili konuştuktan sonra hep beraber Burak'a geçtik ve seçim sonuçlarını beklemeye başladık. Poff, bu kısımları hiç anlatmayayım, olan-biten herkesin malumu ve hala da abuk sabuk haberler gelmeye devam ediyor. Sonumuz hayrolsun.

Sabaha kadar seçim sonucu izleyip iki saatlik uykudan sonra devam ettiğim bir Pazartesi gününün akşamında Alanya'ya doğru yola çıktım. Son dönemde çok sık geldiğim anacuğumun evinden altı aydır uzak kalmıştım. Ve işte Salı'dan beri Alanya'dayım. Genelde evdeyim, kitap (İnsanat Bahçesi ve İçimizdeki Maymun da bitti bu arada) okuyorum; yoğun gündem nedeniyle çokça haber vs takip etmekten kendimi alamıyorum; bir de ara sıra dağda-taşta yürüyüşe çıkıyorum, güzel bir çimenlik alan buldum, orada yoga-meditasyon falan yapıyorum. Ha bir de ara ara, kitabımı yazmaya devam ediyorum. Omurgası ortaya çıkıyor gibi yavaş yavaş...

Dostların -hele manevi destek zaten çok yüksek de- maddi destekleri de sürüyor bu arada. O anlamda da sıkıntı çekmiyorum, ne mutlu ki!..

Dün gece itibariyle Burcu ve Özgür'le gerçekleştirmeyi planladığımız etkinliğin duyurusunu yapmaya da başladık, şimdi heyecanla başvuruları bekliyoruz. Jam'de, Council'de deneyimlediğimiz ve hayatımıza çokça yediriyor olduğumuz uygulamaları başkalarıyla da tanıştırmanın vakti çoktan gelmişti. Bu tip çalışmaları tekrarlamaya ve çeşitlendirmeye fazlaca niyetliyim ama hele şu birincisi geçsin tabii...

Ha bir de Likya Yolu, Karia Yolu ve benzeri parkurlarda yürümeye ve yürütmeye epey niyetliyim. Nisan sonundan itibaren bu tip duyurular da yolda gibi görünüyor.

Ehh, genel durumlar böyle işte. Şunu da yazmazsam eksik kalacak: Göçebelik beni yormaya başladı ve bir yere köklenme ihtiyacımda ciddi bir artış hissediyorum. Doğru kişileri bulduğum anda yerleşmek ve bir yerde durmak istiyorum galiba. Kitaplarımın, notlar aldığım defterlerimin, matımın, uyku tulumumun ve bilumum "şey"lerimin orada burada olması hissiyatı da pek yorucu. Artık bir merkez üssüm olsa da oradan çıksam seyahatlere, bir yandan yerleşikliğin güzelliklerini de deneyimleyeyim diyorum. Güzel olur, hımm?..