25 Mart 2013 Pazartesi

İş teklifi almalar, bi'şeyler...

Aaaa çok önemli bi'şeyi yazmayı unuttum. Buraya yazayım bunu da: Yanılmıyorsam ilk kez, herhangi bir başvuru yapmadan iş teklifi aldım, geçtiğimiz hafta ((:

TEGV'den tanıdığım ve çok sevdiğim arkadaşım Özgür, vakıftan ayrılarak Fethiye'ye yerleşmek üzere. Geçenlerde telefonda da anlatmıştı biraz; Van'lı çocuklarla Fethiye'nin köylerindeki çocukları bir araya getiren bir proje yazmışlar. Temmuz ve Ağustos aylarında 15'er günlük 4 ayrı grupla yapılacak kamp etkinliklerinden ibaret bir proje. "Bize destek olur musun?" diye sordu. Uzun vadeli plan yapmaya her zaman alerjim var ve bu alerji bu aralar daha da depreşmiş durumda ama hiç düşünmeden kabul ettim. Ne tam olarak sorumluluğumu sordum, ne de içeriği, ayrıntıları... Para alacakmışım ama miktarı hakkında fikrim dahi yok; bir süre daha idare edecek param olduğu için çok da önemsemiyorum ama yine de beni biraz olsun rahatlatacak ve daha uzun süre idare etmemi sağlayacak paraya "hayır" demem.Yani, bir miktar para bilem kazanacağım, ne de güzel ((:

İlk 15 günlük grupta kesinlikle yer alacağım; sonrasına o zaman gelince bakacağız. ama bununla ilgili olarak da pek heyecanlıyım. Sonraki gruplara da kalırım gibi geliyor ama bakalım..

Öyle işte, bunu da paylaşmadan geçemedim.

Flora, Antalya, -ve yine- Alanya


Perşembe günü geldi çattı ve Flora'ya gitme vakti geldi sonunda. Bir süredir Facebook üzerinden tanışıyor olduğum Ayşe ve Selahattin'in olağan dışı güzellikteki evlerine konuk olduk. Başka bir arkadaşımız Özgül de oradaydı ve kendine vermiş olduğu doğum günü hediyesinin tadını çıkarıyordu. Cuma günü de Umman Deniz aramıza katıldı. Onu da facebook üzerinden tanıyordum, o ana kadar.

Giderken önce otobüsle Fethiye'ye geçtik; oradan da önce Kaş'a, sonra Kemer-Beycik'e (Flora'nın bağlı olduğu köy) geçecektik. Aylardır otostopla yolculuk yapmadığım için sonrasında otostopla gitmek istedim ve Begüm de bana katılmaya karar verdi. Fethiye'de ana yolda inip 1 saat kadar kimseyi durduramayınca (nedense bi inançsızlık vardı zaten bende, belki o yansımıştır) tırıs tırıs otogara gidip 'normal' yollarla devam ettik. ((:

Hava kararmadan kısa bir süre önce Flora'ya ulaştık. Ayşe ve Selahattin'in konukseverlikleri ve rahatlıkları, bir de güzel yemeklerle ortama hemen adapte oldum. Saatlerce sohbet ettik, müzik dinledik. Bu arada Flora'daki kitap ve müzik arşivinden, ayrıca muhteşem ses sistemlerinden bahsetmeden geçemeyeceğim. Zaten ormanın ortasında akıl almaz bir yer olduğundan, ses kısma vs. derdi de yok. Harika müziklerle geçirdik ilk akşamımızı.

Cuma günü yağmurlu bir güne uyandık ve öğleden sonraya kadar, yeme-içmeden gayrı herhangi bir iş yapamadık. Doğada yaşayan insanların kendilerini tamamen bu akışa bırakmalarına, teslimiyetlerine bayılıyorum. Yağmur yağarsa işler durabiliyor, güneş çıkmaz da su ısınmazsa duş alamayabiliyorsun. Ama o ortamda yaşayınca bunların hepsini o kadar içselleştiriyorsun ki... Doğaya hakim olma isteğini bir kenara bırakıp ona uyum sağlamak gerçekten harika bir şey.

Öğleden sonra güneş yüzünü gösterdi, Özgül'le birlikte odun kestik biraz, Ayşe'nin muhteşem böreğini yedik. Sonra çevreyi gezdik, 'Bonus tepe'den Tahtalı Dağı'nın ve denizin muhteşem manzarasına bakakaldık; akşam oldu, yine yeme-içme, sohbet, müzik...

Yetmedi elbette, bu kadar muhteşem bir yerde ve bu kadar güzel insanlarla olmak. En kısa zamanda Flora'ya daha uzun süreli gönüllü olarak gidip, Selahattin Abi'nin deyimiyle oradaki yaşama katılacağım; elimden geldiğince işlerde yardımcı olup çok da şey öğreneceğim.

Cumartesi günü, Antalya'da Armağan Ekonomisi atölyesi olduğu için 8 civarında Flora'dan yola çıkmamız, bunun için de 6 civarında kalkmamız gerekti. Kalktık da... Yine harika bir kahvaltı ve sonra hazırlıklar vs. derken tam atölye başlama saati 10'da gitmemiz gereken yere vardık. Kaleiçi'nde İnsanlığın Birliği Derneği'nin mekanında çok güzel bir çalışma gerçekleştirdik. Çalışma sonrası, grup birbirinden ayrılamadı ve denize ve Toroslar'a nazır muhteşem manzaraya karşı çay-kahve-simit etkinliğine giriştik; sohbetler devam etti...

Perşembe'den beri, daha önce yapmış olduğum plan (Antalya atölye sonrası İzmir'e, oradan Çanakkale-Yeniköy'e, oradan tekrar Dalyan tarafına inme gibi bir haldeydi en son plan) bana ağır gelmeye başladı ve vazgeçmeye başladım. Galiba ertesi gün yine Alanya'ya gelecektim. Yine de bu kararı Pazar sabahına bırakmaya karar verdim. Cumartesi gecesini, atölye katılımcılarından Yılmaz'ın evinde geçirdim. Yılmaz ve diğer birkaç arkadaşla önce evde sucuk ekmeklerimizi yedik (o nasıl bir sucuktu öyle), 8 günlük aradan sonra ilk kez kırmızı et yedim; sonra yine Kaleiçi'nde bir yere gittik ve canlı müzik dinledik/izledik, burada da 8 gün sonra ilk kez alkol aldım.

Çok keyifli, bir o kadar da yorucu olan 20 buçuk saatin sonunda 2:30'da yatağa yatmamla sızmam bir oldu. Pazar sabahına Alanya'ya gitme isteğim pekişmiş olarak uyandım. İzmir'deki arkadaşlarımı göremeyecektim belki ama tam olarak şarj olmamışım meğer henüz. Azıcık daha 'yavaşlamak' iyi gelecek bana; benim için yavaşlamanın adresi de Alanya işte, malum... ((:

Atölyede 'hediye çemberi' sırasında planlar bambaşka bir yere evrildi. Olimpos yakınlarında bir köyde yalnız yaşayan Umman Deniz, meğer bir süreliğine (bir hafta kadar) İstanbul'a gitme ve birtakım işlerini halletme ihtiyacı içindeymiş. ama kedi-köpek vs.yi emanet edemiyormuş kimseciklere... Neyse ben de vakti bol olan ve doğal ortamlarda yaşamaya her an daha fazla heveslenen biri olarak bunu yapabileceğimi söyledim. Nisan'ın ikinci haftası civarında oraya gidiyorum. 1-2 gün Umman'la kalıp yapılması gereken şeyleri, evin düzenini öğrendikten sonra eve göz kulak oluyorum. ((:

Bu arada Hülya ve Burcu ile kampımsı bir şeyler yapmak niyetindeydik ama benim bu plan değişiklikleri işi bozdu gibi. Şimdi görünen o ki, Hülya'yı bir süre daha göremeyebilirim ama Burcu'yu görebiliyorum en azından. Burcu hem Alanya'ya gelecek gibi görünüyor, buradan Umman'ın oraya da birlikte gideceğiz. Sonra galiba birkaç gün içinde Burcu köye dönecek ve ben evde kalmaya devam edeceğim. Orada yalnız başıma kalmak çok değişik olacak. Çok heyecanlıyım!

Yılmaz'la kahvaltı yaptıktan sonra, belediye otobüsüne atladım ve Aksu'ya kadar gittim. Orada inip, baş parmağımı kaldırdım. 20 sn içinde bir araç durdu ve beni Manavgat'a kadar götürdü; orada indikten 3 dk sonra da Alanya'ya gelen bir araca bindim ve toplam 1,5 saat içinde Alanya'ya geldim. Çok güzel, çok keyifli, hızlı ve ücretsiz bir yolculuktu. Ne hoş! ((:

Yaklaşık 24 saattir de Alanya'dayım ve yine kitap-internet-yeme-içme rutinime döndüm. Keyfim yerinde, pek iyi hissediyorum.

Dalyan-Kaunos-Çandır

Ya ben yine Alanya'ya geldim, nasıl olduysa... Ama bünye artık plan-program konusuna öyle alerjikleşti ki, uzun zaman sonra, kırk yılın başında planımsı bir şeyler yapmıştım ve derhal bozdum bunu. Pişman değilim ama görmek istediklerimi görmeyi bir miktar ertelemiş oldum belki...

Dalyan'ın son 2 günü de çok güzel geçti. Salı günü İngilizler'le yaptık atölyeyi. Katılımcı sayısı pek azdı ama Begüm ve benim için çok eğitici oldu. Hem Batı toplumunun her türlü konuya şüpheci yaklaşımını gözlemleme fırsatı bulduk, ki bunu 'kötü bir şey' olarak nitelemiyorum, hem de özellikle o gün gelen kişiler fazlasıyla 'kendilerini kurtarmış' kişilerdi. Bu açıdan da konuya yaklaşımları bambaşka oldu. Gerçekten çok farklı bir çalışmaydı; bunu deneyimlediğim için minnettarım.

Çarşamba günü, ne mutlu ki, yapmamız gereken herhangi bir şey yoktu. Biz de sırt çantalarımızı alıp, Çandır Köyü'ne doğru yola çıktık. Atölyeye de katılmış olan Tarkan ve Yeşim orada yaşıyorlar. Pek güzel bir yer Çandır; son yazıda -belki- ileride bir gün Dalyan'a yerleşmekten bahsetmiştim ama Çandır'ın doğallığını ve güzelliğini gördükten sonra Dalyan bile çok endüstriyel geldi. ((: Neyse ben de Çandır'a yerleşirim belki... Zaten Yeşim ve Tarkan'ı en kısa zamanda ziyaret etmek istiyorum. Begüm, Yeşim ve Tarkan'la harika bir gün geçirdik gerçekten.

Bu arada gittiğim her yerde o kadar çok güzel insanla tanışmaya başladım ve her birini tekrar tekrar göresim, ziyaret edesim var ki, nasıl olacak bu iş, hiç bilmiyorum. Çalışmıyor olduğum şu zaman diliminde bile, istediğin her şeyi yapmak, görmek istediğin her insanı görmek, paylaşmak istediğin her şeyi paylaşmak çok zor; zor değil de zaman ve enerji yetmiyor.

Çandır'a giderken, antik kent Kaunos'u da dışarıdan görme şansım oldu. Oradaki görevli kadın da epey bir şeyler anlattı. Çok güzel ve özel bir yer. Müze kartımı çantamda unuttuğum ve zaten zamanımız da sınırlı olduğu için girmek istemedim. Ama iyi de oldu, o taraflara tekrar yolumu düşürmek için bir bahanem de bu güzelliği görmek olacak.

Devamını da yazıyordum ki, yazının çok uzadığını fark edip, yeni bir başlıkla yazmaya karar verdim.

18 Mart 2013 Pazartesi

Dalyan da güzel yermiş ama...

Alanya günleri her zamanki gibi geçti. Çoğunlukla evde takılarak, kitap okuyarak, bir miktar internet, falan filan... Çok iyi geldi ve tüm yorgunluğumu attım. 10 gün 11 gece kaldım ve 3 kere koşmaya, 2 kere yürüyüşe çıktım; ha bi de 2 akşam dışarıda bişeyler yedik. Ama şimdi hızlıca bi hesap yapıyorum da... ... ... Toplam 10 saat falan ev dışında geçmiş ((: Göçebelikle bağdaşmıyor, biliyorum ama naapiyim; göçebeliği olduğu kadar ev hayatını da çok seviyorum. Zaten ben her şeyi çok seviyorum, sıkıntı da bu ya. Naapıcam kendimle, hiç bilmiyorum!

Neyse efendim, geçtiğimiz Cumartesi sabahı Dalyan'a doğru yola çıktım. 'Hava fena değil, otostopla giderim', diye düşünüyordum ama tüm tahminler o gün Alanya, Antalya, geçeceğim tüm yollarda sağanak yağmur öngörüyordu. Bu durumda, yollarda sersefil ve perişan olmaktan korktuğumdan mütevellit "efendi gibi" Alanya-Antalya, sonra Antalya-Ortaca otobüslerine binip, sonrasında da Ortaca-Dalyan minibüsüne binip geldim.

İndiğim yerde Begüm karşıladı beni. Begüm'ü nasıl anlatmalı ki... Yok yok, ben bunun altından kalkamam. Çok çok farklı ve çok şeker bir insan olduğunu söyleyeyim en azından. Uzunca bir zamandır Dalyan'da yaşıyor ve kocasıyla pek keyifli bir evde yaşıyorlar. Ben pek sevdim yani. Daha önce de yazdım, buraya geliş amacım, Begüm'le birlikte 'Armağan Ekonomisi 101' adlı atölyenin kolaylaştırıcılığını yapmak. Neyse işte, bugün atölyeyi gerçekleştirdik, pek de güzel geçti. Çok keyifli, güzel paylaşımlı... Yarın da İngilizler'le bi atölye yapıcaz, bakalım noolcak...

Ha bu arada dün -Carettelar'ın da yumurtalarını bıraktıkları- dünyaca ünlü İztuzu Plajı'na gittik, gerçekten çok güzeldi. Orada Carettalar'ın tedavisini yaptıkları merkezi falan da ziyaret ettik; Nuri ve diğer 4 kaplumbağayı gördük.

Yalnız inanılmaz bir rüzgar esiyordu ve çok da serin esiyordu. Biraz üşüdük ama olsundu. Öncesinde de Begüm'ün arkadaşlarıyla pek güzel bir kahvaltı yaptık. Her bi'şey güzel yani.

Dalyan'a ilk kez geldim ve gerçekten sevdim burayı. Turistik bir yer ama yapılaşma izinleri o kadar sınırlı ki... En fazla 2 katlı binalardan oluşan bir yapılaşma var, yeşil alan çok fazla. Her yerde mandalina, limon, portakal, nar, kayısı ağaçları... Özellikle bu mevsimde hayat gayet yavaş ama tamamen ölü de değil. Sokağa çıkınca belli bir hareket de var ama o kadar güzel bir dengede ki... Yaz'ını da çok merak ettim tabii. Umarım yolum düşer Yaz aylarında da. Henüz yerleşik hayat geçmeyi düşünmemekle birlikte, bu taraflara gelmenin de iyi bir seçenek olabileceğini düşündürttü bana, sadece 2 günde. Bakalım... ((:

Bu aralar pek sık hareket görünüyor ufukta; kısa kısa yazmak istiyorum, arayı çok açmadan.
Hadi öptüm o zaman...

7 Mart 2013 Perşembe

Yeniden yollar...

Planlar biraz değişti ama yola çıkacak olma durumu değişmedi. Bayramiç Yeniköy'e gidecektim ama orası şu sıralar azıcık yoğunmuş; Balıkçı (Mustafa) bana "Haftaya gel istersen" dedi. Kurtlanan bünye birkaç gün bekleyemezdi ve rota bir anda Alanya'ya, anne evine çevrildi. İşin ilginç tarafı, Pazar günü, henüz Alanya'ya gelmek aklımın ucundan bile geçmezken, içimden bir şey "Şimdi Alanya'da olaydım da annemle rakı içeydim." demişti ama bu en erken Mart ayı sonlarında olacaktı. Sonra Pazartesi günü Balıkçı'yla o konuşmayı yapınca "galiba bu bir işaret" dedim ve bunu dedikten yaklaşık 24 saat sonra Alanya'da annemle rakı içiyordum. ((:

Bu durumda planlar şu yöne evrildi: 10 gün kadar burada kaldıktan sonra, Dalyan'a geçiyorum, birkaç gün orada kalıp önce Flora'ya, oradan Antalya'ya geçeceğim. Daha önce, tam olarak kesinleşmediği için yazmamıştım ama Dalyan ve Antalya'ya çok heyecan duyduğum bir şey için gidiyorum. Filiz Telek ve Begüm Erenler'in önce Çanakkale'de, sonra İstanbul'da, sonra da Bodrum'da yapmış oldukları "Armağan Ekonomisi 101" atölyesini, Begüm'le birlikte 18-19 Mart'ta Dalyan'da 2 kere (biri Türkler'e diğeri İngilizler'e), sonra da 23 Mart'ta Antalya'da gerçekleştireceğiz. Bu arada Filiz ve Esra Debreli, geçen hafta sonu bu atölyeyi Ankara'da, rekor katılımla gerçekleştirdiler. Bu atölyenin ne olduğunu anlatmak çok kolay değil ama facebook'taki etkinliği paylaşırsam, oradan okuyup fikir edinebilirsiniz: http://www.facebook.com/events/132419186935594/?fref=ts Nisan ayı sonlarında da İstanbul-Anadolu yakasında yapmayı planlıyoruz, kimlerin kolaylaştıracağını henüz netleştirmedik. ((:

Bunlardan sonra da yine yollarda devam etme durumları var ama onları vakti geldiğinde tekrar yazarım.

Son İstanbul günleri çok yorucu ve tuhaf bir şekilde gergindi. Göçebelik benim seçimim şu an için ve pişman değilim, keyfini de çıkarıyorum fazlaca; ama bazen de çok zor ve yorucu oluyor yahu. 2-3 günde bir yer değiştirince, bir sürü arkadaşında birkaç eşyan kalınca ve özellikle İstanbul'u terk etme öncesinde her yerden eşyaları toparlama işine girince zor olabiliyor. Ama neyse ki halloldu hepsi. Alanya tam anlamıyla inziva köşem; özellikle son yıllardaki gelişlerimin birçoğunda bütün gün evde oturup, sadece kitap okuyarak, biraz internetle, bazen gitarla ve -çok istemesem de- biraz televizyona maruz kalarak, ama en çok da yiyerek-içerek geçiyor. Müthiş bir sakinlik ve huzur.

Bu arada aynı İstanbul günleri çok verimliydi de. İlginç girişimler peşindeyiz bir grup insan. Elindeki fazla parayı koşulsuzca borç vermeler, topluluk sigortası oluşturma doğrultusunda yapılan bir toplantı ve ardından kurulan grup, yukarıda da bahsettiğim armağan ekonomisi atölyeleri, tam da bu konuda okumuş olduğum -ve dün bitirmiş olduğum" "Kutsal Ekonomi" adlı C.Eisenstein'ın kitabı ve yarattığı etkiler. Başka başka grupların hiç tanımadığım insanların yaptığı benzer uygulamalar... Mevcut paradigmadan sıyrılıp yepyeni bir dünya kurma hayali ve bu yönde atılan birçok adım.

Heyecanlanıyorum ve gittikçe daha çok inanıyorum...