29 Ocak 2014 Çarşamba

Azıcık da iç sıkkınlığı

İstanbul beni çok yordu!

Geçen hafta her akşamı farklı arkadaşlarla, farklı evlerde geçirdikten sonra, hafta sonu yoğun geçen ve beni epey yoran Council eğitiminin sonuna geldiğimizde tükenmişlik hissiyatım epey yüksekti. Arada güzel bir gelişme de oldu aslında, Yeni İnsan Yayınevi'nden Aytaç ile görüştüm ve düzelti için bir kitabı aldım. Evet, önemli bir gelişme oldu yani: Uzun bir süreden sonra tekrar para kazanmaya başlıyorum, gibi görünüyor. Bununla ilgili de değişik bir hissiyattayım ama malum, ay sonu geldi ve yapıyor olduğum deneyin destekçilerine 2-3 gün içinde mektup yazacağım ve hissiyatımdan orada bahsederim ve sonrasında içimden sohbetler'de de paylaşırım. Zaten şu anda tam olarak idrak edemiyorum durumu...

Aslında hiçbir şeyi idrak edemiyorum. Kendimi hiç dengede hissetmiyorum birkaç gündür. Kendimle barışık da hissetmiyorum, hayret!

Zaten tam da bundan dolayı, bu akşam İzmir'e gidiyorum Burcu'yla. Her ne kadar beni çok yormuş olsa da İstanbul'la da tamamlanmış değilim çünkü. Bugün feysbuk'a şöyle bir ileti yazdım mesela:
Bu sefer böyle oldu. Görmek istediklerimin yarısından fazlasını (özellikle çok haberleştiğimiz, "görüşelim mutlaka" dediğimiz TuncaCagatayÖyküEmrah,LeventBarisMhmtPolat) göremeden, gördüklerimin de hiçbiriyle istediğim kadar vakit geçiremeden gidiyorum İstanbul'dan. Accık bitkinlik, yorgunluk gibi hislerle birlikte...
Halet-i ruhiyeme ve enerji durumuma göre !F İstanbul için yakınlarda dönebilirim de ama  Bakalum...
Not: Bu akşam Kadıköy civarlarında olacağım/olacağız. Yolu düşen ses edebilir.
Görüşebildiklerimle olan görüşmelerimiz de yetersiz geldi hep. Sorun tam olarak kısıtlı zaman da değil. Bugünlerde sıkça dile de getirdiğim üzere, birileriyle derinleşemediğim, gerçekten içlerinde neler olup bittiğini dinleyemediğim, aynı şekilde kendimi anlatamadığım görüşmeler, buluşmalar çok yüzeysel gelmeye başladı.

Tam açıklayabildiğimden de emin değilim ya...

Neyse işte, Begüm ile Pazartesi günü 360 TV'de canlı yayına çıktık, birçoğunuz izlemişsinizdir. Ondan da çok hoşnut değilim. Zaman tabii ki çok az geldi ve Hollande'ın askeri selamlaması da epey vaktimizi yedi. Zaten "dün"ün kavramlarıyla "geleceğin" düşüncelerini aktarmak başlı başına zor bi' iş. Hayır bi de saçım çok yağlıymış meğer, ona ayrıca gıcık oldum. ((:

Genel olarak da şehirde olmak, az-biraz da olsa haberlere maruz kalmak, birkaç kez de trafiğe... Bana yetti de arttı bile. İçim karardı da karardı. Her şeyin daha da sanallaştığını gördükçe fena oluyorum. Ne o öyle başbakanın hologramlı konuşması falan yahu?.. Veya Zincirlikuyu'da iyice yükselmiş olduğunu gördüğüm zorlu'nun bilmemneleri... Poff!..

Bu gece yolculuk, yarın sabah İzmir'deyim(z), hızlıca toparlamayı umuyorum. Zaten artık ilgilenmem gereken bir de "iş"im var, iyi gelir sanki...

20 Ocak 2014 Pazartesi

Ama arkadaşlar iyidir

Yazı aralığım sıklaştı sanki ama sanırım kısa tutacağım.

Cihangir'de Ömürden'deyim şu anda, kahvaltıda -maşallah- 2 tane simide bana mısın demedikten sonra internette takılıyor, bugünün ve önümüzdeki günlerin plan-programını yapmaya çalışıyorum.

Zaten az kalacak olmama ve muhtemelen haftaya Salı falan İzmir'e dönecek olmama, bu arada halletmem gereken birkaç "iş"im (tahlil, doktor, bir yayıneviyle görüşme, bir canlı yayın) olmasına ve hafta sonumu tamamen bağlayan bir eğitime katılacak olmama rağmen bi'sürü kişiye haber saldım görüşmek istediğime dair, dağıtıverdim mavi boncukları. Bakalım nasıl kalkacağım altından...

Cumartesi günü ben yazıyı yazdıktan birkaç dakika sonra Emin aradı ve akşam onunla takılmaya karar verdik. Kavacık'ta onun evinde yemek yedikten sonra çok güzel paylaşımlı bi 5 saat falan geçirdik. Hiç durmadan sohbet ettiğimiz saatlerden sonra yattığımızda saat üçü bulmuştu. Ertesi gün (dün) kocaman bir kahvaltı sonrası Hrant'ın anması için evden çıktık ama beşinci dakikada lastiğin patladığını fark edip bir benzinciye çektik arabayı. O günlük idare eder belki diye hava bastık falan ama işe yaramadı. O sırada yanımıza yanaşan bir arkadaş duruma bakıp lastiği değiştirmeden olmayacağını söyledi. Lastik değiştirmeyi bilmediğimizi duyunca şaşırdı ve ufaktan bi' güldü ama sonra işe el attı ve 5-6 dakika içinde yedek lastiği taktık beraber. Daha doğrusu o taktı, biz seyrettik. Ha bu arada ne kolay işmiş hakikaten. Sonra karşıya geçtik ve anmaya yetiştik. Bir saat kadar takıldıktan sonra bizim üçlünün son parçası Deniz'i de bulduk ve Taksim'de bir yerlerde birkaç saat oturduk ve muhabbet ettik.

Sonra Cihangir'e, hasta olduğunu öğrendiğim Ömürden'e geldim. Hastaydı ve tam da hasta birinin yapması gerektiği gibi güzel (!) besleniyordu, fırına bir tane pizza atmıştı. Onu yedi gerçi ama ben de duruma el koydum azıcık. Dışarı çıktım, mercimek, sebze, meyve falan aldım. Eve geldikten sonra bir yandan mercimek çorbası yaptım, bir yandan zencefilli, limonlu, karabiberli bi' içecek hazırladım kendüsüne (bu arada hayatımda ilk kez zencefil aldım ve kullandım), diğer yandan da buharda brokoli pişirdim ve zeytinyağlı, sarımsaklı, limonlu sos yaptım. Yemeğimizi yedik, sonra Kutsal geldi. Epeydir çok şey paylaşamadığım ama pek sevdiğim eski ev arkadaşım, dans hocam falan olur kendisi. Bayağı bi' eğlendik, gülüştük üçümüz. Sonra Kutsal'ın şahane teklifiyle ikimiz çıktık ve bilardo (tabii ki üç top) oynadık. Kendisini tokatladım elbette ve sonrasında Cihangir'de ağır aksak dolaşarak sohbete devam ettik. E sonra da eve geldim, yattım-kalktım, falan...

Bu akşam 2012 jamcanlarıyla buluşuyorum ve pek mutluyum; yarından itibaren neler yapıcam, belli değil. Bakalım bakalım...

18 Ocak 2014 Cumartesi

Uçmakdere*

Daha yeni yazdım aslında ama dün o kadar keyifliydi ki sıcağı sıcağına yazasım var. Tabii yine kaldığım yerden (Salı akşamı) bir özetle başlayıp düne gelirsem şahane olur, hımm?

Salı akşamı Yeniköy'de mutlu mesut Balıkçı'yı bekliyorduk en son. Gecikti ve 11 sularında geldi, uykumuz gelmeye başlamış olsa da 1 saat kadar sohbet edip biraz hasret giderdik kendisiyle. Ertesi gün kahvaltı sonrası Balıkçı, Mahir, Burcu ve ben -herhalde- 2 saat kadar süren bir çember yapmayı başardık. "Başardık" deme nedenim de, Balıkçı'yı -aşırı enerjisinden ve hareketliliğinden mütevellit- zapt etmenin çoğu zaman kolay olmaması, bir de o gün hem onun hem de Burcu ve benim işlerimizin olması. Ve fakat ne mutlu ki başardık! Özellikle Yeniköy'de akan hayatın daha güzelleşmesi için oranın sakinleri Balıkçı ve Mahir'in -kötü iletiştiklerinden değil tabii ama- daha da iyi iletişim kurabilmeleri için bir ortam sağlamak istiyorduk ve bence başarılı da olduk. Bir sürü şey konuşuldu, paylaşıldı. Ha bu arada bu çemberi Balıkçı'nın -yazın ekolojik mimari atölyesinde az biraz benim de emeğimin geçmiş olduğu- yeni evinde yaptık ve harika olmuş gerçekten. Rüya evi!..

Çember sonrası Balıkçı ile birlikte Bayramiç'e doğru yola koyulduk. O Küçükkuyu'ya devam etti, bizse Metin Abi diye bir abimizle bir miktar sohbet edip pazarı gezip ve bir-iki şey alıp Mollahasanlar Köyü'ne, Derya ve Hiralara doğru yola düştük. Birkaç ay önce yapmış oldukları ve içinde halen yapılacak işleri kalan ama yaşanabilir kıvama da gelmiş olan küçük ve pek güzel saman evlerinde** iki gün misafir olduk. İlk gün evde ve çevresinde takıldık, ikinci günse hem dere kenarına indik hem komşuları olan Melda-Mahirlere uğradık bir saat kadar. Bütün bu zaman zarfında pek güzel sohbetler ettik ve Deryanın çok güzel yemeklerini yedik. Ha tabii kaşla göz arasında orada da ekmek yapıverdik...

Dün sabah kahvaltı sonrası İstanbul'a gelmek üzere yola düştüm. Önce otostopla Bayramiç'e geldim, orada Balıkçı ile buluşup Çanakkale'ye doğru yola düştüm. Balıkçı tekne ile denize açılacağı için Çanakkale yakınlarında beni minibüse aktardı ve bu şekilde şehre vardım. Ve olaylar gelişti...

Ben hemen otobüs bulacağımı sanırken (o sıralarda saat 2'ye yaklaştığı için otostopla İstanbul'a varmam çok zor olacaktı) üniversitenin tatile girdiğini ve bütün öğrencilerin yollara düştüğünü, hiçbir firmada yer olmadığını fark edip -afedersiniz- bok gibi kaldım ortada! Derken bir firmadaki görevli "Şoför yanında basamakta oturarak gider misin?" dedi, kabul ettim hemen. Koştur koştur feribottaki otobüsü yakaladım, muavine çantayı verdim (Bu arada muavin dedi ki, şoför yanı bile doluymuş, ancak orta kapının oradaki merdivenlerde gidebilirmişim. Hiç hoşuma gitmedi bu durum ama çaresiz kabul ettim.) ve yukarı çıkıp çay-tost şeyettim. Sonra tam feribot karşıya geçmek ve kıyıya yanaşmak üzereyken, yanından geçtiğim 34 plakalı ticari aracın şoförüne bi ses etmeyi düşündüm ama bir türlü telefon konuşması bitmedi. Artık neredeyse iyice yanaşmışken telefonu kapattı ve camını tıklattım adamın. Durumu açıkladım ve sözümü bile bitirmeden beni buyur etti! Böylece ilk sözel otostopumu da gerçekleştirmiş oldum.

Otobüsten çantamı geri aldım ve ilerleyen dakikalarda adının Necip olduğunu öğreneceğim adamın aracına atladım ve düştük yola. Ama ne keyifli bir yolculuk oldu. Her dakikasında çok iyi hissettiğim, güzel paylaşımlar yaptığımız, sohbetler ettiğimiz şahane bir yolculuk... Gümrük müşaviri olan Necip abi sıkça yollara düşmek durumunda kalıyormuş zaten ve bu sefer de İzmir'den dönüyormuş. Giderken "Dur seni güzel ve değişik yollardan götüreyim." dedi ve Şarköy tarafına saptı. Normalde Tekirdağ'a Keşan-Malkara üzerinden karadan gidilen bir yol var, esas kullanılan. Ama Şarköy üzerinden giden yol bozuk, dar vs olmakla birlikte çok keyifliydi. Yetmedi, kendi köyü olan Uçmakdere'den falan geçtik, sonra Mürefte'den, Hoşköy'den, Kumbağ'dan... Denize sıfır, harika bir yol... Normalden uzun sürmüş olmakla birlikte kesinlikle tercih etmek isteyeceğim bir güzergahtı, sağ olsun. Uçmakdere'de yılda bir ay (çünkü sadece bir ay rüzgar uygunmuş) yamaç paraşütü yapılan yeri, çok güzel bir kamp alanını falan öğrendim bu yolculukta. Harikaydı! Tekirdağ'a varınca sürekli gittiği köftecide köfte ısmarladı bana, sonra bir de o yörenin meşhur peynir tatlısından... Tabii ki bu kadar iyi anlaştığım adam normal biri olamazdı ve akşam babam ve kuzenimle görüşeceğimi söylediğim için, onlar için de peynir helvası alıp yanıma veriverdi.

Yemek sonrası -söz konusu para olunca herkes gibi- utana sıkıla para işini nasıl hallettiğimi sordu. Eş-dostun desteklediğini duyunca pek hoşuna gitti. Zaten önceki saatlerde de yediğimiz gıdadan, çalıştığımız işlerden ve tüm sistemden bahsederken görüşlerimizin pek yakın olduğunu görmüştük.

Kimi zaman derin sohbetlerle, kimi zaman susarak ve doğuya doğru ilerlediğimiz için çoğunlukla tam karşımızda tüm güzelliğiyle duran dolunayı izleyerek İstanbul'a girdik. Beylikdüzü'nde indim (inmeden önce e-posta adresleri, telefon numaraları paylaşıldı ve hemen akşamında ilk meyilleşmeler yapıldı bile) ve metrobüsle Zincirlikuyu'ya, oradan da otobüsle babam, -kuzen- Hakan abim ve -sevgilisi- Fatma'nın yanına Maria'nın Bahçesi***'ne gittim. Rakı eşliğinde güzel mezeler sonrası Hakan abimlere geçtik. Gece Fatma ile birlikte beni kıskaca alıp -belki 2 saat boyunca- hayatıma dair endişelerini, kendimi garantiye almam gerektiğini ve benzeri şeyleri anlattılar bana. Bu tip nasihatlere birçok yerde maruz kalıyorum ve son derece iyi niyetle yaptıklarının da farkındayım elbette. Yani rahatsız falan olmuyorum, hatta kendimi sürekli olarak gözden geçirmem için yardımcı oluyorlar, iyi de oluyor.

Ama ne kadar gözden geçirsem de -en azından şu an için- tuttuğum yolun doğruluğu hakkında pek şüphem ve korkum yok. Ara ara bazı korkular bana da peydahlansalar da geldikleri gibi gidiyorlar...

Yattığımızda saat 3'ü bulmuştu; 10 civarında kalkıp duşumu alıp güzelce kahvaltımızı yaptık. Şimdi de Hakan abimin kardeşi Özkan abimi bekliyoruz, Bursa'dan geliyor. Onu da görmek güzel olacak. Sonrasında ne yapacağımı, kim(ler)i arayacağımı, bu akşam ne yapacağımı ve nerede kalacağımı an itibariyle (15:48) bilmiyorum. Bakalım...

* Uçmakdere, Gündüz Vassaf'ın Radikal'deki köşesinin adı. Yazı içinde göreceğiniz/gördüğünüz üzere bu isimde bir köyden çıktık. Acaba buradan mı geliyordur, diye merak ediyorum.

** Saman ev demişken, daha önce içimden sohbetler'de bir vesileyle yazmıştım, 20-25 bin TL'ye ev yapılabildiğinden bahsetmiştim. Hira, o kadar bile olmadığını ve bunu da paylaşmamın iyi olacağını söyledi. Mesela onların evleri, tüm işçiliği, usta paraları, projeyi çizen mimar arkadaşlara verdikleri paralar dahil olmak üzere 10 bin TL'den daha az bir meblağ tutmuş. Bilginize efen'im... Kolay yapılabilir olmasının yanı sıra, saman evin muhteşem ısı ve ses yalıtım özellikleri de cabası. Soba, harıl harıl yanmamasına rağmen, hamam gibiydi ev, öyle diyim. Ha bu arada küçük bir ev elbette, 25 metrekare kadar...

*** Reklam kokacak ama Etiler'de şahane bir Ege restoranı. Sahibi Maria, babamın pek yakın arkadaşı olduğundan mütevellit zaman zaman ziyaret ettiğim bir yer.

14 Ocak 2014 Salı

yine yollar...

Son günleri şöyle bi' not edeyim, diye girdim ve bir de baktım ki göçebeliğimin beş yüzüncü (sayıyla 500) gününe gelmişim. Güzel bir günde yazmaya karar vermişim demek... ((:

Gerçi bu sayılara ve özellikle "yuvarlak" olanlarına ilgimizin nereden kaynaklandığını da bilmiyorum ve bir yandan çok da anlamlı gelmiyor. Ama söylerken havalı oluyor sanki: 500!

Neyse efen'im konumuz yuvarlak sayılar değil, son 10-12 günde olan bitenler... En son yazmış olduğum 3 Ocak 2014 tarihinde (yine istatistik geliyor) tam 17 gündür yapayalnız takılıyor idim Güzelbahçe - Taş Ev'de. Bu 17 günde 2 kere pazara, 2 kere de mandıraya gitmek dışında kıpırdamamış, bu ziyaretler esnasındaki "Bu kaç para?", "Buyrun", "Teşekkür ederim"ler dışında yüz yüze, kimseyle iki kelam etmemiş durumdaydım. Ha, şikayetçi de değildim; iyice yavaşlama, kendime dönme, okuma-yazma fırsatı oldu benim için.

O akşam (Cuma idi) Argın geldi de, aslında cümle kurmaya ne kadar aç olduğumu fark ettim. Önemli-önemsiz epey anlattım ona; bolca muhabbet ettik. Ertesi gün gitti. Sonra Pazartesi günü Janset geldi, birkaç saat takıldık... Dostların geliş - gidişleri sonrasında tek başıma sıkılmaya başladım o günlerde. Salı günü de dayanamayıp ben çıktım evden ve iki aydır yaşıyor olduğum İzmir'de ikinci kez merkeze gittim. Janset'le buluştuk, sonra Ebru'yu gördüm az da olsa, sonrasında da Günhanlara gidip orada kaldık. Rakı, meze falan... Ama pek içemiyorum da artık yahu...

Çarşamba eve döndüm, Perşembe akşamı Özgür geldi ve çok keyifli sohbet ettik. O da Japonya'dan yeni dönmüştü ve yaşadıklarını, deneyimlerini anlattı. Ben yemek yaptım ve Yeniköy'e getirmek üzere Barış Ekmeği'ni falan yaptım.

Ertesi sabah kahvaltı sonrası Yeniköy'e gelmek üzere yola çıktım. Özgür beni Konak'a kadar bıraktı, oradan metro ve trenle Aliağa'ya kadar gidip otostopa başladım ama şansım çok yaver gitmedi. 1 saatten fazla bekledikten sonra Mehmet abi aldı beni ve Ayvalık'a kadar götürdü. Modern İslamcılardandı, ilginç bir sohbet oldu yol boyunca, ama keyifliydi de... Sonrasında çok beklemeden bir araç Edremit'e kadar götürdü beni. İşte orada fena takıldım. 1,5 saat falan bekleyip kimse durmayınca, önce minibüsle Küçükkuyu'ya, oradan da başka bir minibüsle Bayramiç'e geldim.

Burcu da öğlene doğru İstanbul'dan gelmişti, onunla buluştuk ve arkadaşı(mız) Seçillere geçtik. Benim gelişim çok gecikince Yeniköy'e ertesi gün geçmeye karar verdik. Seçillerde ilginç bir akşam geçirdik. İlginç diyorum ama aslında ortalama bir Türk ailesi eviydi ama sadece televizyonun açık olması bile yeterince ilginç kıldı benim için o geceyi. Takım elbiseli, kravatlı adamların hayatımızın hiçbir yerine dokunmayan önemli (!) şeylerden coşkuyla bahsetmeleri ne kadar da tuhaf geliyor artık. Ve gerçekliğimin hiçbir kısmını da oluşturmuyorlar. Halbuki 2 yıl önce hemen her akşamımı bu takım elbiseli adamları dinleyerek geçiriyordum. Her şey nasıl da değişiyor...

Yattık, kalktık, kahvaltımızı yaptık, Bayramiç pazarını (büyük pazar Çarşamba ama Cumartesi günü de bir pazar kuruluyor) gezip birkaç şey alıp yola düştük. Otostopla Muratlar Köyü'ne geldik ve yarım saatlik yürüyüşten sonra Yeniköy'e, Mahir'in yanına vardık. Akşam da, geçtiğimiz Yaz burada ekolojik mimari atölyesinde tanışmış olduğum Barış (Efe) geldi. Ertesi gün bu ekibe Dedetepe Çiftliği'nin 3 gönüllüsü (şu anda aynı alandayız ama Sandra haricindekilerin isimlerini aklımda tutamadım, ama Fransız bir kız ve Avustralyalı bir çocuk...) katıldı, ayrıca gün içinde Aykan geldi gitti. Benim 3-4 gün süren ve dün akşam kurtulmaya başladığım iç karartım haricinde güzel bir gündü.

Ha bir de o gün; benim İzmir'den, Burcu'nun İstanbul'dan getirdiği mayalarla ekmeklerimizi yaptık mis gibin.

Ertesi gün, İstanbul'a giden Barış'la yola çıktık ve Biga Hacıköy'de Ormanevi'ne gittik. Orayı ve Durukanları da pek merak ediyordum uzun zamandır. 1 tam gün kaldık sadece ama keyifliydi, ileriki zamanlarda daha uzun ziyaretler de yapabileceğimi umuyorum. Adet edinmeye başladığım üzere ilk iş olarak hazırlanması için ekmek mayasını koydum ve sonrasında evde kalan ekiple (Deniz, Tasaddit <Tez>, Mine) tanışma, muhabbet... Akşam üstü Mine bizi, keyifli bir yürüyüşle Durukan, Volkan ve Onur'un çalıştığı alana götürdü. Onlar da tohumdan fındık ağacı yetiştirmek ve üzüm bağları dikmek üzere çalışmalar yapıyorlardı. Biraz sohbet ettik, işlerini bitirdiler ve beraber eve döndük. Çok güzel yemekler sonrasında, yorgun olan tayfa erken yattı ama kalanlarla keyifli bir akşam geçirdik. Herkes yattıktan sonra da artık hazır olan mayayla ekmeği yoğurduk ve dinlenmesi için bırakıp yattık.

Ve bugüne geldik... Bu sabah, Mine ve Tez haricindeki ekip çok erken saatte çalışmaya gittiler; biz dördümüz güzel bir kahvaltı yaptık. Ondan önce ekmeğin ikinci yoğurmasını aradan çıkardık ve kahvaltıdan sonra da ekmeği pişirip (şimdiye kadar yaptığım en iyi kabaran ekmek oldu bu arada) yola düştük ve tekrar Yeniköy'e geldik. An itibariyle de buranın demirbaş sakinlerinden Balıkçı'nın gelmesini bekliyoruz, gözümüz yolda.

Yarın Bayramiç'e gidip Deryalarla buluşacak ve onları ziyarete gideceğiz. 2 gün kalıp İstanbul'a geçeceğim. Ve olaylar gelişecek işte...

Ya bu arada yazmadan geçemeyeceğim: 7-8 aydır tanıyorum Mahir'i ama bu görüşmemizde ilaç gibi geldi yahu. İyi ki var!

Ha bir de... Aslında duygusal olarak pek dalgalandığım günlerden geçtim ama şimdi bunları anlatamadım. Güzel olurdu aslında... Neyse, gayet iyiyim şimdi.

3 Ocak 2014 Cuma

"Coşkun bir dün"den...

Şu anki (aslında dün geceden beri var olan) halet-i ruhiyemi kayda geçirmem, kendimi ifade etmem lazım. Önemli hissiyatlar bunlar.

Acayip coşku doluyum, bir süredir "kış uykusuna yattım" deyip duruyorum fakat aslında içimde biriktirdiğim şeyleri dışarı çıkarmak için fırsat kolluyormuşum. Düne kadar da çıkarıp duruyordum gerçi, son zamanlarda bir sürü yazdım-çizdim bloglara...

Ama dün öyle bir hızlandı ki her şey, bunlardan biraz bahsedesim var:

Seney-i devriyesi gelmek üzere olan "küçük şeyler" fikri, en az 5-6 aydır kafamın bir yerlerinde gezinmekte olan "kitap yazma" fikri, Ocak ayında gidip gitmemeye karar vermeye çalıştığım Council eğitimi ve gitmek istediğim ama kontenjan durumunun belirsiz olduğu TEGV'in bir eğitimi, bir yandan da yapmak istediğim düzeltmenlik/editörlükle ilgili bi'şeyler kafamda döner, ben bir yandan da Kurtlarla Koşan Kadınlar'ı okurken defteri açtım ve yan yana şunları yazdım:

Küçük Şeyler                              Kitabım                          Council

Bu işi çözmek lazımdı ve Council için, daha önce katılmış olan Begüm ve Yaprak'la konuştum ve -zaten niyetliydim gerçi ama- gitmeye karar verdim. Başvurumu yaptım, cevabımı aldım, gidiyorum.

Sonra "küçük şeyler"e mi el atsam artık diye düşünürken ve içimden sohbetler'e bununla ilgili bir yazı yazarken Emek aradı ve düzeltmenlikle ilgili çok fazla yardımcı olamayacağını, ama çeviri yapmak istersem bununla ilgili bir şeyler yapabileceğini söyledi. (Ona göndermiş olduğum e-mektupta "aslında çevirgen olmayı da deneyesim geliyor bazen" demiştim.) Bu konuda kendime çok güvendiğimi söyleyemem, hatta bir süredir İngilizce okumaktan ve konuşmaktan fellik fellik kaçıyorum ancak tam da bu nedenle bu konunun üstüne gitmeyi de istiyorum ve aslında İngilizce altyapım iyi, Türkçe altyapım ise gayet iyi olduğuna göre bunu yapabileceğimi de düşünüyorum. Emek bana 250 sayfalık bir kitaptan bahsetti ve sonrasında gönderdi hatta, kendimi deneyip bunu yapıp yapamayacağımı görmek istiyorum. (Bununla birlikte diğer koşturmacaların içinde buna -en azından şimdilik- muhtemelen yeterince zaman ayıramayacağımı kendisine de yazdım bugün)

Emek'le konuşmamız bitti, ben yazıyı da bitirdim ve paylaştım. Klasik heyecanlı bünye, duramadı ve hemen bir Facebook sayfası açtı. Halbuki yazıda, efendi gibi, konuya el atmak isteyen arkadaşları bana e-posta göndermeye davet etmiştim. Sayfayı açmakla kalmayıp bir sürü de kişi davet etmiş bulundum ve sonrasında bu sayfa üzerinden tartışma açmaya çalıştım. An itibariyle birkaç başlık altında yapılan birkaç yorum var, bununla birlikte bir an önce (belki yarın, belki yarından da yakın) uygulamaya da geçecek gibiyiz. ((:

Council ve küçükşeyler'le ilgili adım attıktan sonra bu gazla bir de kitabın ilk ciddi girişimine girmiş buldum kendimi. Bu konunun 5N1K'sını yazdım, çizdim kendi kendime. En azından nereden tutabileceğim hakkında fikirlerim var, an itibariyle.

Tabii sonra bir anda panik haline girdim. Zira küçükşeyler'le, kitapla ilgili ilk adımları atmış, tam olarak aklımda yokken "çeviri" denen şeyi hayatıma alma denemesi yapmaya karar vermiş, Ocak ayında İstanbul'da bir veya iki tane eğitime katılmaya karar vermiş, bunlar yetmez gibi daha bir sürü irili ufaklı şeyi de kafasından geçiriyor idim. Hepsini alt alta yazdım ve yanlarına da 1-2 cümle yorum.

Örneğin;

"- Meditasyon - İhmal etme abi, her gün...
- Kitap - Beslenmeye devam...
- Yemek - Rölantide devam..."
gibi...

Sonra da bilgisayarı kapatmayı başarıp Burcu'yla konuşup tüm bu coşkuyu aktarıp telefonu kapatıp şimdiye kadarki en uzun meditasyonumu yaptım (saate bakmadım ve o anlarda zaman mefhumundan çok uzaklaştım ama yarım saate yaklaşmış olabilirim sanki) ve gittim yattım.

Biraz döndüm, bu coşkuyla hemen uyuyamadım ama çok da sürmedi. Çok acayip rüyalar gördüm fakat bölük pörçük aklımda. Geç yatmama rağmen de erken kalktım ve hayat devam ediyor işte...

Coşkuyla...

Yine hamiş: Yazıyı yazdım, paylaştım ve o an kargo geldi ve fotoğrafta gördükleriniz elime ulaştı. 3 kitap daha yolda işin güzeli. İyice kendimden geçmiş durumdayım...