Daha yeni yazdım aslında ama dün o kadar keyifliydi ki sıcağı sıcağına yazasım var. Tabii yine kaldığım yerden (Salı akşamı) bir özetle başlayıp düne gelirsem şahane olur, hımm?
Salı akşamı Yeniköy'de mutlu mesut Balıkçı'yı bekliyorduk en son. Gecikti ve 11 sularında geldi, uykumuz gelmeye başlamış olsa da 1 saat kadar sohbet edip biraz hasret giderdik kendisiyle. Ertesi gün kahvaltı sonrası Balıkçı, Mahir, Burcu ve ben -herhalde- 2 saat kadar süren bir çember yapmayı başardık. "Başardık" deme nedenim de, Balıkçı'yı -aşırı enerjisinden ve hareketliliğinden mütevellit- zapt etmenin çoğu zaman kolay olmaması, bir de o gün hem onun hem de Burcu ve benim işlerimizin olması. Ve fakat ne mutlu ki başardık! Özellikle Yeniköy'de akan hayatın daha güzelleşmesi için oranın sakinleri Balıkçı ve Mahir'in -kötü iletiştiklerinden değil tabii ama- daha da iyi iletişim kurabilmeleri için bir ortam sağlamak istiyorduk ve bence başarılı da olduk. Bir sürü şey konuşuldu, paylaşıldı. Ha bu arada bu çemberi Balıkçı'nın -yazın ekolojik mimari atölyesinde az biraz benim de emeğimin geçmiş olduğu- yeni evinde yaptık ve harika olmuş gerçekten. Rüya evi!..
Çember sonrası Balıkçı ile birlikte Bayramiç'e doğru yola koyulduk. O Küçükkuyu'ya devam etti, bizse Metin Abi diye bir abimizle bir miktar sohbet edip pazarı gezip ve bir-iki şey alıp Mollahasanlar Köyü'ne, Derya ve Hiralara doğru yola düştük. Birkaç ay önce yapmış oldukları ve içinde halen yapılacak işleri kalan ama yaşanabilir kıvama da gelmiş olan küçük ve pek güzel saman evlerinde** iki gün misafir olduk. İlk gün evde ve çevresinde takıldık, ikinci günse hem dere kenarına indik hem komşuları olan Melda-Mahirlere uğradık bir saat kadar. Bütün bu zaman zarfında pek güzel sohbetler ettik ve Deryanın çok güzel yemeklerini yedik. Ha tabii kaşla göz arasında orada da ekmek yapıverdik...
Dün sabah kahvaltı sonrası İstanbul'a gelmek üzere yola düştüm. Önce otostopla Bayramiç'e geldim, orada Balıkçı ile buluşup Çanakkale'ye doğru yola düştüm. Balıkçı tekne ile denize açılacağı için Çanakkale yakınlarında beni minibüse aktardı ve bu şekilde şehre vardım. Ve olaylar gelişti...
Ben hemen otobüs bulacağımı sanırken (o sıralarda saat 2'ye yaklaştığı için otostopla İstanbul'a varmam çok zor olacaktı) üniversitenin tatile girdiğini ve bütün öğrencilerin yollara düştüğünü, hiçbir firmada yer olmadığını fark edip -afedersiniz- bok gibi kaldım ortada! Derken bir firmadaki görevli "Şoför yanında basamakta oturarak gider misin?" dedi, kabul ettim hemen. Koştur koştur feribottaki otobüsü yakaladım, muavine çantayı verdim (Bu arada muavin dedi ki, şoför yanı bile doluymuş, ancak orta kapının oradaki merdivenlerde gidebilirmişim. Hiç hoşuma gitmedi bu durum ama çaresiz kabul ettim.) ve yukarı çıkıp çay-tost şeyettim. Sonra tam feribot karşıya geçmek ve kıyıya yanaşmak üzereyken, yanından geçtiğim 34 plakalı ticari aracın şoförüne bi ses etmeyi düşündüm ama bir türlü telefon konuşması bitmedi. Artık neredeyse iyice yanaşmışken telefonu kapattı ve camını tıklattım adamın. Durumu açıkladım ve sözümü bile bitirmeden beni buyur etti! Böylece ilk sözel otostopumu da gerçekleştirmiş oldum.
Otobüsten çantamı geri aldım ve ilerleyen dakikalarda adının Necip olduğunu öğreneceğim adamın aracına atladım ve düştük yola. Ama ne keyifli bir yolculuk oldu. Her dakikasında çok iyi hissettiğim, güzel paylaşımlar yaptığımız, sohbetler ettiğimiz şahane bir yolculuk... Gümrük müşaviri olan Necip abi sıkça yollara düşmek durumunda kalıyormuş zaten ve bu sefer de İzmir'den dönüyormuş. Giderken "Dur seni güzel ve değişik yollardan götüreyim." dedi ve Şarköy tarafına saptı. Normalde Tekirdağ'a Keşan-Malkara üzerinden karadan gidilen bir yol var, esas kullanılan. Ama Şarköy üzerinden giden yol bozuk, dar vs olmakla birlikte çok keyifliydi. Yetmedi, kendi köyü olan Uçmakdere'den falan geçtik, sonra Mürefte'den, Hoşköy'den, Kumbağ'dan... Denize sıfır, harika bir yol... Normalden uzun sürmüş olmakla birlikte kesinlikle tercih etmek isteyeceğim bir güzergahtı, sağ olsun. Uçmakdere'de yılda bir ay (çünkü sadece bir ay rüzgar uygunmuş) yamaç paraşütü yapılan yeri, çok güzel bir kamp alanını falan öğrendim bu yolculukta. Harikaydı! Tekirdağ'a varınca sürekli gittiği köftecide köfte ısmarladı bana, sonra bir de o yörenin meşhur peynir tatlısından... Tabii ki bu kadar iyi anlaştığım adam normal biri olamazdı ve akşam babam ve kuzenimle görüşeceğimi söylediğim için, onlar için de peynir helvası alıp yanıma veriverdi.
Yemek sonrası -söz konusu para olunca herkes gibi- utana sıkıla para işini nasıl hallettiğimi sordu. Eş-dostun desteklediğini duyunca pek hoşuna gitti. Zaten önceki saatlerde de yediğimiz gıdadan, çalıştığımız işlerden ve tüm sistemden bahsederken görüşlerimizin pek yakın olduğunu görmüştük.
Kimi zaman derin sohbetlerle, kimi zaman susarak ve doğuya doğru ilerlediğimiz için çoğunlukla tam karşımızda tüm güzelliğiyle duran dolunayı izleyerek İstanbul'a girdik. Beylikdüzü'nde indim (inmeden önce e-posta adresleri, telefon numaraları paylaşıldı ve hemen akşamında ilk meyilleşmeler yapıldı bile) ve metrobüsle Zincirlikuyu'ya, oradan da otobüsle babam, -kuzen- Hakan abim ve -sevgilisi- Fatma'nın yanına Maria'nın Bahçesi***'ne gittim. Rakı eşliğinde güzel mezeler sonrası Hakan abimlere geçtik. Gece Fatma ile birlikte beni kıskaca alıp -belki 2 saat boyunca- hayatıma dair endişelerini, kendimi garantiye almam gerektiğini ve benzeri şeyleri anlattılar bana. Bu tip nasihatlere birçok yerde maruz kalıyorum ve son derece iyi niyetle yaptıklarının da farkındayım elbette. Yani rahatsız falan olmuyorum, hatta kendimi sürekli olarak gözden geçirmem için yardımcı oluyorlar, iyi de oluyor.
Ama ne kadar gözden geçirsem de -en azından şu an için- tuttuğum yolun doğruluğu hakkında pek şüphem ve korkum yok. Ara ara bazı korkular bana da peydahlansalar da geldikleri gibi gidiyorlar...
Yattığımızda saat 3'ü bulmuştu; 10 civarında kalkıp duşumu alıp güzelce kahvaltımızı yaptık. Şimdi de Hakan abimin kardeşi Özkan abimi bekliyoruz, Bursa'dan geliyor. Onu da görmek güzel olacak. Sonrasında ne yapacağımı, kim(ler)i arayacağımı, bu akşam ne yapacağımı ve nerede kalacağımı an itibariyle (15:48) bilmiyorum. Bakalım...
* Uçmakdere, Gündüz Vassaf'ın Radikal'deki köşesinin adı. Yazı içinde göreceğiniz/gördüğünüz üzere bu isimde bir köyden çıktık. Acaba buradan mı geliyordur, diye merak ediyorum.
** Saman ev demişken, daha önce içimden sohbetler'de bir vesileyle yazmıştım, 20-25 bin TL'ye ev yapılabildiğinden bahsetmiştim. Hira, o kadar bile olmadığını ve bunu da paylaşmamın iyi olacağını söyledi. Mesela onların evleri, tüm işçiliği, usta paraları, projeyi çizen mimar arkadaşlara verdikleri paralar dahil olmak üzere 10 bin TL'den daha az bir meblağ tutmuş. Bilginize efen'im... Kolay yapılabilir olmasının yanı sıra, saman evin muhteşem ısı ve ses yalıtım özellikleri de cabası. Soba, harıl harıl yanmamasına rağmen, hamam gibiydi ev, öyle diyim. Ha bu arada küçük bir ev elbette, 25 metrekare kadar...
*** Reklam kokacak ama Etiler'de şahane bir Ege restoranı. Sahibi Maria, babamın pek yakın arkadaşı olduğundan mütevellit zaman zaman ziyaret ettiğim bir yer.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder