Son günleri şöyle bi' not edeyim, diye girdim ve bir de baktım ki göçebeliğimin beş yüzüncü (sayıyla 500) gününe gelmişim. Güzel bir günde yazmaya karar vermişim demek... ((:
Gerçi bu sayılara ve özellikle "yuvarlak" olanlarına ilgimizin nereden kaynaklandığını da bilmiyorum ve bir yandan çok da anlamlı gelmiyor. Ama söylerken havalı oluyor sanki: 500!
Neyse efen'im konumuz yuvarlak sayılar değil, son 10-12 günde olan bitenler... En son yazmış olduğum 3 Ocak 2014 tarihinde (yine istatistik geliyor) tam 17 gündür yapayalnız takılıyor idim Güzelbahçe - Taş Ev'de. Bu 17 günde 2 kere pazara, 2 kere de mandıraya gitmek dışında kıpırdamamış, bu ziyaretler esnasındaki "Bu kaç para?", "Buyrun", "Teşekkür ederim"ler dışında yüz yüze, kimseyle iki kelam etmemiş durumdaydım. Ha, şikayetçi de değildim; iyice yavaşlama, kendime dönme, okuma-yazma fırsatı oldu benim için.
O akşam (Cuma idi) Argın geldi de, aslında cümle kurmaya ne kadar aç olduğumu fark ettim. Önemli-önemsiz epey anlattım ona; bolca muhabbet ettik. Ertesi gün gitti. Sonra Pazartesi günü Janset geldi, birkaç saat takıldık... Dostların geliş - gidişleri sonrasında tek başıma sıkılmaya başladım o günlerde. Salı günü de dayanamayıp ben çıktım evden ve iki aydır yaşıyor olduğum İzmir'de ikinci kez merkeze gittim. Janset'le buluştuk, sonra Ebru'yu gördüm az da olsa, sonrasında da Günhanlara gidip orada kaldık. Rakı, meze falan... Ama pek içemiyorum da artık yahu...
Çarşamba eve döndüm, Perşembe akşamı Özgür geldi ve çok keyifli sohbet ettik. O da Japonya'dan yeni dönmüştü ve yaşadıklarını, deneyimlerini anlattı. Ben yemek yaptım ve Yeniköy'e getirmek üzere Barış Ekmeği'ni falan yaptım.
Ertesi sabah kahvaltı sonrası Yeniköy'e gelmek üzere yola çıktım. Özgür beni Konak'a kadar bıraktı, oradan metro ve trenle Aliağa'ya kadar gidip otostopa başladım ama şansım çok yaver gitmedi. 1 saatten fazla bekledikten sonra Mehmet abi aldı beni ve Ayvalık'a kadar götürdü. Modern İslamcılardandı, ilginç bir sohbet oldu yol boyunca, ama keyifliydi de... Sonrasında çok beklemeden bir araç Edremit'e kadar götürdü beni. İşte orada fena takıldım. 1,5 saat falan bekleyip kimse durmayınca, önce minibüsle Küçükkuyu'ya, oradan da başka bir minibüsle Bayramiç'e geldim.
Burcu da öğlene doğru İstanbul'dan gelmişti, onunla buluştuk ve arkadaşı(mız) Seçillere geçtik. Benim gelişim çok gecikince Yeniköy'e ertesi gün geçmeye karar verdik. Seçillerde ilginç bir akşam geçirdik. İlginç diyorum ama aslında ortalama bir Türk ailesi eviydi ama sadece televizyonun açık olması bile yeterince ilginç kıldı benim için o geceyi. Takım elbiseli, kravatlı adamların hayatımızın hiçbir yerine dokunmayan önemli (!) şeylerden coşkuyla bahsetmeleri ne kadar da tuhaf geliyor artık. Ve gerçekliğimin hiçbir kısmını da oluşturmuyorlar. Halbuki 2 yıl önce hemen her akşamımı bu takım elbiseli adamları dinleyerek geçiriyordum. Her şey nasıl da değişiyor...
Yattık, kalktık, kahvaltımızı yaptık, Bayramiç pazarını (büyük pazar Çarşamba ama Cumartesi günü de bir pazar kuruluyor) gezip birkaç şey alıp yola düştük. Otostopla Muratlar Köyü'ne geldik ve yarım saatlik yürüyüşten sonra Yeniköy'e, Mahir'in yanına vardık. Akşam da, geçtiğimiz Yaz burada ekolojik mimari atölyesinde tanışmış olduğum Barış (Efe) geldi. Ertesi gün bu ekibe Dedetepe Çiftliği'nin 3 gönüllüsü (şu anda aynı alandayız ama Sandra haricindekilerin isimlerini aklımda tutamadım, ama Fransız bir kız ve Avustralyalı bir çocuk...) katıldı, ayrıca gün içinde Aykan geldi gitti. Benim 3-4 gün süren ve dün akşam kurtulmaya başladığım iç karartım haricinde güzel bir gündü.
Ha bir de o gün; benim İzmir'den, Burcu'nun İstanbul'dan getirdiği mayalarla ekmeklerimizi yaptık mis gibin.
Ertesi gün, İstanbul'a giden Barış'la yola çıktık ve Biga Hacıköy'de Ormanevi'ne gittik. Orayı ve Durukanları da pek merak ediyordum uzun zamandır. 1 tam gün kaldık sadece ama keyifliydi, ileriki zamanlarda daha uzun ziyaretler de yapabileceğimi umuyorum. Adet edinmeye başladığım üzere ilk iş olarak hazırlanması için ekmek mayasını koydum ve sonrasında evde kalan ekiple (Deniz, Tasaddit <Tez>, Mine) tanışma, muhabbet... Akşam üstü Mine bizi, keyifli bir yürüyüşle Durukan, Volkan ve Onur'un çalıştığı alana götürdü. Onlar da tohumdan fındık ağacı yetiştirmek ve üzüm bağları dikmek üzere çalışmalar yapıyorlardı. Biraz sohbet ettik, işlerini bitirdiler ve beraber eve döndük. Çok güzel yemekler sonrasında, yorgun olan tayfa erken yattı ama kalanlarla keyifli bir akşam geçirdik. Herkes yattıktan sonra da artık hazır olan mayayla ekmeği yoğurduk ve dinlenmesi için bırakıp yattık.
Ve bugüne geldik... Bu sabah, Mine ve Tez haricindeki ekip çok erken saatte çalışmaya gittiler; biz dördümüz güzel bir kahvaltı yaptık. Ondan önce ekmeğin ikinci yoğurmasını aradan çıkardık ve kahvaltıdan sonra da ekmeği pişirip (şimdiye kadar yaptığım en iyi kabaran ekmek oldu bu arada) yola düştük ve tekrar Yeniköy'e geldik. An itibariyle de buranın demirbaş sakinlerinden Balıkçı'nın gelmesini bekliyoruz, gözümüz yolda.
Yarın Bayramiç'e gidip Deryalarla buluşacak ve onları ziyarete gideceğiz. 2 gün kalıp İstanbul'a geçeceğim. Ve olaylar gelişecek işte...
Ya bu arada yazmadan geçemeyeceğim: 7-8 aydır tanıyorum Mahir'i ama bu görüşmemizde ilaç gibi geldi yahu. İyi ki var!
Ha bir de... Aslında duygusal olarak pek dalgalandığım günlerden geçtim ama şimdi bunları anlatamadım. Güzel olurdu aslında... Neyse, gayet iyiyim şimdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder