Bu satırlarda nadiren görüyor olduğunuz ama bir önceki yazıda içime çöken sıkkınlık büyük oranda ortadan kalktı. Gerçi ara ara hortluyor ama son durum yine de fena sayılmaz.
Son yazıyı yazmış olduğum günün (29 Ocak) akşamı keyifliydi aslında. Önce nihayet Komşu Kafe ile tanışıp Burcu ve Bürge ile bir süre muhabbet ettikten sonra, akşam Deniz ve Caner ile buluştuk. Kadıköy'de bowling ve bilumum oyunlar oynana bir mekana gittik. Caner'le 1 saat boyunca oynamış olduğumuz masa tenisi bana çok iyi geldi. Epeydir böyle ter atmamış ve böyle eğlenmemiştim de... Bir de denk kuvvet çıktık ve çok çekişmeli iki maç oldu. Birincisinde hezimete uğrayacak gibi görünen ben sonradan açıldım ve maçı 3-2 kazandım. (Setlerin birinde 20-12 mi ne geriden gelip seti aldım, bahsetmeden geçmeyeyim.) İkinci maçta ise o beni 3-1 yendi ve dip toplamda dostluk kazanmış oldu :P (Haa bu maçta da setlerin birinde 20-8 geriden 20-17'ye mi ne getirdim ama sonra bir hata yaptım ve seti çeviremedim.)
Masa tenisi sonrasında biraz basketbol (jetonla çalışan, az zamanda bir sürü atış yapılan oyundan bahsediyorum, maalesef gerçeğinden değil) biraz da bir-iki ıvır-zıvır oynadıktan sonra Deniz, Caner, Burcu ve ben bi' kafede bir saat kadar oturduk, sohbet ettik. Sohbet dediğim de aslında Caner'in Burcu ve -özellikle de- beni sorguya çekmesi idi. Büyük bir merakla, yaşamımıza dair merak ettiği soruları ardı ardına bombaladı ve biz de aynı hızda cevaplar verdik kendisine. Bu sohbet de çok iyi geldi bana, zira durduğum zeminin sağlamlığını, orada köklenmiş olduğumu hissettim. "Ne yapacağım", "nasıl yapacağım"ların cevapları çok net olmamakla birlikte, yaşamımı üzerine inşa ettiğim değerlerin, ana noktaların, prensiplerin iyice oturmuş olduğunu Caner sayesinde hissettim ve -şimdi dönüp baktığımda- tam da bu, beni kendime getirdi ve iyi hissetmeye başlamama neden oldu sanki. O günkü heyecan ve coşkuyla, Deniz ve Caner'i tez zamanda İzmir'e gelmeleri için gazladım da gazladım.
Sonra Bürge'ye gittik, bir şeyler atıştırıp eşyalarımızı alıp az daha muhabbet edip (ki bunun da tadı damağımızda kaldı, epey de derin bir yerlere gidiyorduk) Rıhtım'a indik ve servisimizle önce Dudullu'ya, oradan da otobüsle İzmir'e doğru yola koyulduk. Servisi beklerken ve servis bizi otobüsle buluşturmaya götürürken, Bürge'yle vakitsizlikten dolayı inemediğimiz kimi yerlere Burcu'yla indik, bu da epey iyi geldi. Bu yerlerden belki başka bir yazıda bahsederim.
Ertesi sabah İzmir'e varıp Bornova kavşağında bozulan otobüsten inip dolmuşla Alsancak'a geçtik. Öğlene kadar oralarda takılacaktık, zira Burcu'nun bir işi vardı. Kahvaltı yapmayı ve bir yerlerde bi'şeyler okumayı düşünürken Cemal'i aramayı akıl ettik. Cemal, Barış Köyü - İzmir toplaşmasında tanıştığımız, dadından yinmiyen başka bir arkadaşımız. Kendisi peyzaj mimarı ve Pasaport taraflarında, ortağı Simge ile çalıştıkları bir ofisleri var. İşte oraya gittik ve Simge, Cemal ve o gün orada olan Simge'nin kardeşi ile güzel bir kahvaltı yaptık. Kahvaltı sonrası biraz muhabbet, sonra da Burcu'nun işini halletmece, biraz dolanıp biraz da deniz kenarında oturup ofise geri dönmece...
Az uykulu yolculuk üstüne bu dönüp dolanmalar sonrasında epey yorgun düşsek de Günnur'un haftalar önce yapmış olduğu çay davetini pas geçemedik ve akşam üstü vapurla Karşıyaka'ya geçtik. Orada yiyip içip sohbetledikten sonra da vapurla Pasaport'a, oradan da otobüsle Taş Ev'e geldik.
Sonraki birkaç gün buradaki düzene alışmayla, biraz da okumayla geçti. Geçtiğimiz Salı'dan itibaren de kafamı toplayabildiğim zamanların çoğunda, bir önceki yazıda bahsetmiş olduğum düzelti çalışmasıyla ilgilendim. Kafamı karıştırmamak için herhangi bir kitap vs.ye el atmadığım, sadece OT'un Şubat sayısından kimi yazılar okuduğum bir haftanın sonunda dün gece çalışmayı bitirdim ve biraz önce yayınevine gönderdim. Bu sabah, çalışmanın bitmiş olmasının şerefine bir kitaba da başladım: "Biz" - Yevgeni Zamyatin. Daha önce adını dahi duymamış olduğum bu kitap ve bu adam, meğer Orwell, Huxley, LeGuin gibi yazarların öncüsü ve esin kaynağı imiş. Hatta önsözde, Bülent Somay'ın Orwell'i bu kitabı taklit etmekle -belli belirsiz- eleştirdiğini gördüm. Şimdilik 50 sayfa falan okudum ve zaten çok uzun bir kitap da değil ama gidişat epey güzel, onu söyleyebilirim.
Ha bu arada, geçtiğimiz hafta sonu Deniz ve Caner buradaydılar. Yeterli gazı verebilmeyi başarmışım demek ki. Cuma gecesinden Pazartesi öğlene kadar onlarla vakit geçirdik. Cumartesi akşamı masa tenisi müsabakasının rövanşını gerçekleştirmek istesek de oynayacak yer bulamayıp langırt ve -yine- yukarıda bahsettiğim basketbol oyunuyla yetindik. Langırtta Deniz şov yaptı ve golleri sıraladı, Burcu ve ben 4 maçın sadece birini kazanabildik, üçünü kaybettik. Burcu'nun -nedense- sürekli geriye doğru oynamasını ve Deniz'e gol paslarını vermesini ise hiçbirimiz anlamlandıramadık. ((: Oyunlardan sonra İnciraltı'na gittik, Canerler bir kafede otururken biz dışarıda birer bira içtik ve pek güzel geldi. Sonra biz de onlara katıldık, epey sohbet-muhabbetten sonra eve döndük.
Ertesi gün ise İzmir'de yaşayan arkadaşlarımız Ozan ve İlay da bize katıldılar ve süpersonik bir kahvaltı yaptık. Sohbet vs. sonrasında da güzel bir çember... Keyifli bir gündü işte... Dün de Caner ve Deniz'i uğurladık ve tekrar ikimiz kaldık. Gerçi akşam da -ellerinde şarap şişeleriyle- Burak geldi ve önce yemek-şarap-muhabbet, sonraysa çay-kurabiye-muhabbet fasıllarına girdik ve Burak gittikten sonra, bahsettiğim kitapla ilgili çalışmayı bitirdim.
Çok uzadı yazı ama en önemli kısmı hala paylaşamadım. 10 Kasım'dan beri yerleşmiş olduğumuz Taş Ev'den bu ay sonunda ayrılıyoruz. Malum, burası Günhan'ın ailesinin evi ve özellikle Yaz günlerinde ara sıra gidip geldikleri bir yer. Mart'tan itibaren zaman zaman burada vakit geçirmeye başlayacaklarından mütevellit biz bu ay sonunda terk-i diyar ediyoruz. Mart'tan itibaren Burcu'nun ne yapacağı belli de benimki biraz belirsiz. O, bir süre keçe öğrenmek üzere Seferihisar'da takılacak, bense yapmak istediğim birkaç şeyden bir ya da birkaçını seçip ona göre adım atacağım. Bu şeylerin içinde, yine sakin, uygun bir ortam bulup yazmak istediğim kitaba zaman ayırmak da var, tam da insanların bağ-bahçe işlerinde desteğe ihtiyaç duydukları bahar aylarında bir yerlerde toprakla uğraşmak ve böylece hem birilerine destek olmak hem de o işlerle ilgili biraz daha bilgi sahibi olmak da, Likya Yolu ve diğer kimi yürüyüş yolunda yürüyüşler yapmak da, daha önce de bahsettiğim Güneydoğu turuna çıkmak da... Daha ay sonuna 2 haftadan fazla var, ondan kelli karar vermek için acele etmiyorum. Bİr yerlerden eser nasıl olsa yine...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder