30 Ekim 2013 Çarşamba

İstanbul...

En son İstanbul'a gitme konusunda kararsızdım ama ertesi gün gelen minik işaretle kararımı verdim ve biletimi aldım. Çoğunlukla hareket gün ve saatine yaklaştıkça artar ya bilet fiyatları, Çarşamba günü 2 önceki güne göre 10 TL'lik bir düşüş olduğunu ve otobüsten daha ucuza gidebileceğimi görüp Dalaman'dan uçak biletimi aldım ve Cuma günü öğleden sonra sıralarında İstanbul'a vardım. Karar anından itibaren pek rahatladım, epey yük olmuş meğer omuzlarımda.

3-4 aydır, şehir olarak sadece İzmir'de bulundum; o da Eylül başındaydı ve 1 günden daha kısa bir süre içindi. Bundan dolayı İstanbul'u biraz yadırgadığımı söylemeliyim. Böyle olacağından pek şüphem de yoktu gerçi. Çok fazla araba, çok fazla insan, otoyol, E-5, gürültü, beton, acele hali, telaş hali, asfalt, koşturma, asık suratlar ve şehre ait diğer şeylere çok yabancı hissettim. Üzüldüm galiba insanlar adına, birçoğunuz adına. Neden bunu çekmek zorunda hissettiğinizi sorguladım. Hayır bunlar rahatsız etmiyorsa zaten sıkıntı yok da, benim bildiğim neredeyse her şehirli bütün bunlardan ve dahasından bunalmış durumda. Kısmen farkındalar, kısmen değiller. Hepinizi çekip alasım geliyor ya, belki o günler de gelir.

Neyse işte, uçaktan indim, uzunca bir otobüs bekleyişinden sonra Bostancı'ya giden otobüse atladım ve iskeleye vardım. Orada Elif'le buluştuk ve motora atladığımız gibi Büyükada'ya geçtik. Geçen yazıda da yazmıştım, 2013 jam ekibi toplanacaktı ve neredeyse katılımcıların tamamı orada olacaktı. Cuma akşamüstünden Pazar akşamına kadar orada, arkadaşlarlaydım. Çemberler kuruldu, yemekler yapıldı, sohbetler edildi, rakılar içildi. Güzel günlerdi yani ama ben epey durgun ve hatta sıkkındım. Bugün içimden sohbetler'e de yazdım ve aslında içimdekileri tam ifade de edemedim ama, biraz 'boş'ta ve işe yaramaz hissetmeler ve bunların getirdiği bir ruh haliydi sanki. Bir de son 1 yıldır -çok sevdiğim insanlardan bile oluşsa- kalabalık ve gürültülü ortamlarda çabucak sıkılmam ve yorulmam da var tabii. Ama Pazar günü bir anda çok daha iyi hissettim kendimi. Bunda en büyük pay, o gün arkadaşlarımdan sürdürdüğüm hayatla, para isteme mevzusu dahil yaptığım birçok şeyle ilgili çok güzel geri bildirimler ve övgüler almamdı. Hızlı bir şekilde kendime getirdi bu beni ve çok daha iyi hissetmeye başladım.

Genelde iyi ruh halindeyken bir şeyler yazıyorum ve bana öyle geliyor ki, bu hep çok güçlü olduğum, çok iyi hissettiğim gibi bir izlenim uyandırıyor olabilir. Ama aslında çok sık olmasa da canım sıkılabiliyor, içim kararabiliyor, kendimi değersiz hissedebiliyorum, takdir görmek istiyorum vs. Aslında bu yanlarımı da yansıtmak isterim ama genelde o tip durumlarda kendi içime dönmeyi tercih ediyorum; yazıp çizmek aklıma bile gelmiyor. Hatta bunların ötesinde, bir süredir içimdeki kötüyü izliyorum mesela. Bir süredir farkına varıyorum kendisinin ve kendime şaşırıyorum epey. Ama ensesindeyim, takipteyim, izliyorum... Yeterince cesaret bulursam -ki bu kadarını da kolay kolay yapamam- ondan da bahsederim belki bir ara.

Ne diyorduk... Pazar daha iyi hissettim falan, akşama kadar takıldık oralarda, sonra akşam Yapraklar'a gittik. Özgür, Elif Z ve Esra da gelecekti ama onların gelmesi epey geç saatte oldu. Ben o sıralar mışıl mışıl uyuyordum. Hem de tek başıma.

Çünkü Ada'da 2 gün koyun koyuna yattık bin kişi. İlk akşam daha az kişi vardı gerçi de, ikinci gün 25 kişi küçücük evde kaldık yahu. Pazar sabahı duş almak istedim ve girişteki çantamdan havlu falan alacaktım. İnsanların üzerinden, onlara basmadan geçmek -hiç abartmıyorum- 2-3 dakikamı aldı. Özellikle bir yer çok zorluydu, geçecek yer yoktu ama zor da olsa kotardım. ((: Evini bu kadar kalabalık bir ekibe açma cesaretini gösteren Balaban'a da buradan bir kez daha teşekkür etmiş olayım bu arada.

Pazartesi günü de Seda'da kahvaltı yapmak üzere sözleşmiştik ve sadece birkaç fire ile ekibin tamamına yakını bu sefer de Seda'da toplaştık. 19 kişi mi ne, süper ötesi bir kahvaltı yaptık. Sonra çember kuruldu tabii, bir sürü paylaşımlar, şunlar-bunlar... Akşam ekibin çoğu gitti ama birkaç kişi sohbete devam ettik, sonra yemek yaptık, yedik, sonra da yine Yaprak'a geçtim.

Bugün, öğlene kadar evde takıldıktan sonra Taksim'e geldim ve Ali, Duygu, Duygu'nun anne-babası, Kutsal, ufaklıklar Rüzgar ve Can ve sonra da Ömürden'i gördüm. İlk dakikalar biraz komikti, zira iyice uzayan saç-sakal ve çok sık görüşemememiz nedenli beni takip edememeleri sonucunda Ali ve Kutsal'ın bana uzaylıymışım gibi bakışları ve bir oradan bir buradan bir sürü soru sormaları, ne bileyim bakışları falan çok komikti. Cidden kendimi bambaşka bir gezegenden gelmiş gibi hissettim ama rahatsızlık falan değil, komik ve eğlenceliydi. Sonra da Ömürden'le dışarıda birer tatlı yiyip, biraz Gezi'ye falan uğrayıp Ömürden'e geldik işte.

Bu arada dostların iş durumlarıyla ilgili çok sevimsiz şeyler duydum birkaç gündür. O kadar uzaklaşmışım ki o dünyadan, bu konuda gerçekten uzaylı gibi hissediyorum. Haftada 7 gün çalışmalar, bayramda da çalışmalar, gece 3'te işten çıkıp sabah yine 8'de gelmeler, yöneticilerin yemek vakitlerine bile tecavüz etmeleri, doktora gitme durumlarına bile müdahaleler ve daha abuk subuk bir sürü şey... Ne saçma bir sistem, ne saçma bir dünyadır bu.

Neyse... Bu arada benim görüşme maratonum başladı tabii. Az zamanda çok kişiyi görüp hemencecik kaçasım var İstanbul'dan. Şimdiden önümüzdeki birkaç günün programı belli. Maalesef -ama mecburen- epey programlı ve sistematik bir şekilde planlamaya çalışıyorum kimlerle ne zaman görüşeceğimi. Her gün en az bir-iki kişi/grup görüp 10 güne falan kaçabilirsem işalla...

2 yorum:

  1. "Çok fazla araba, çok fazla insan, otoyol, E-5, gürültü, beton, acele hali, telaş hali, asfalt, koşturma, asık suratlar ve şehre ait diğer şeylere çok yabancı hissettim. Üzüldüm galiba insanlar adına, birçoğunuz adına. Neden bunu çekmek zorunda hissettiğinizi sorguladım. Hayır bunlar rahatsız etmiyorsa zaten sıkıntı yok da, benim bildiğim neredeyse her şehirli bütün bunlardan ve dahasından bunalmış durumda. Kısmen farkındalar, kısmen değiller. Hepinizi çekip alasım geliyor ya, belki o günler de gelir."
    Bu paragrafta başkalarının yükünü yüklendiğini hissediyorum Emre. Farkında olup olmamaları, bu hayattan çıkıp çıkmamaları insanların kendi tercihleri ve başkalarının kendi sorumluluğunda olan hayatların acısını çekmek benim de zaman zaman yaptığım ama aynı zamanda hakkım olmadığını düşünerek uzaklaşmaya çalıştığım bir hissiyat.
    İstanbul'a gelince, o kaotik yaşamlar bazen bana çok çekici geliyor ve o kaosta oradan oraya savrulmak bana haz veriyor -bazen- Bu benim tercihim ve bu kaostan bunalınca oradan uzaklaşmak da benim sorumluluğum. İstanbul'dan gitme isteğini başka insanların isteklerine yönlendirerek onlara üzülmek, bana kibirlilik gibi geliyor. Kendini yakın zamanda iyi hissedeceğine inanıyorum. Her anının tadını çıkarabilecek biri olduğunu da görüyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Doğru doğru, ben de durdurmaya çalışıyorum kendimi başkalarının yükünü almamak için. Asıl eskiden ne yükler alırdım omzuma da çok çok azaltmış durumdayım, artık nadiren yapıyorum neyse ki.

      Ama insanların kendilerini sıkışmış hissetmeleri içimi burkuyor hala, derdim bu. Ama uyarı için çok teşekkürler (:

      Sil