Sıra gelmedi yahu Likya yolculuğu yazısına. Öncelikli olarak başlatmış olduğum deneyin heyecanı, sonralıklı olarak da diğer okunası-yazılası şeyler, diğer olup bitenler, şu-bu...
Hayır bi' de bi' anda yarın İzmir'e gitmeye karar verdim ve araya iyice zaman girmeden önce bir şeyler çiziktirmek istedim. Yarın sabah erkenden baş parmak marifetiyle İzmir yoluna düşüyorum, akşam sularında İzmir'de olmayı ve Günhan'la buluşmayı umuyorum. Sonra da onunla Urla'ya geçeceğiz, Jamily'den başka birileri de olursa ne mutlu, olmazsa hala çok mutlu, Günhan'ı ben bir yıldır görmedim ya dostlar...
İvit.. Likya yolu yürüyüşü sonrası hemencecik teknik bilgileri içeren bir blogu yayınlayabildim neyse ki; şu anda hatta yapıyor olduğum deneyden önce, orada küçük bir deneme başlattım (hala tereddütlüyüm ya nedense) falan... Ama bir türlü işin keyifli ve daha kişisel kısımlarını, anıları falan yazamadım. İzmir öncesi el atıyorum, artık ne gelirse elimden...
Nerden başlasam...
Yaa bu yürüyüş inanılmaz güzel geldi bi' kere. Her anı çok güzel ve çok öğreticiydi. Çok yorulduğum da oldu, bezdiğim de... Yolların sıkıcılaştığı bir etap da oldu, işaretlemeleri tamamen kaybedip kaybolduğumuz ve 'şimdi ne yapıcaz'ı bilmediğimiz bir an da... Ama hiç şikayet etmedim; hep çok güzeldi. En güzel tarafı galiba şuydu: Ben yürüyüşün her anında, hep o andaydım; hep atacağım bir sonraki adımda, kayma ihtimalim olabilecek yerleri gözlemede, bacağıma sürtünen, çizen makilerde idim. Bir de -o anda olmayı bozmuyor bence- 'akşam nerede konaklayacağız'da, 'gittiğimiz yerde market var mı'da, 'suyumuz bitiyor la, noolacak'da idim. İnanın başka hiçbir yerde değildim. (Bu, çok çok az bozulduysa son 3-4 gün bozulmuştur ama gerçekten çok az. Yürüyüşün sonuna yaklaştıkça, sonraki planları ister istemez düşünmeye başladım.) Tam bir meditasyon hali galiba, ki henüz çok bilmiyorum bu işleri. Ama mesela 'bu işler'e az çok aşina olan Burcu diyor ki, 'insanlar bu kıvama gelebilmek için yıllarını veriyorlar. Böyle olabilmen çok güzel'. E o öyle diyorsa öyledir ya zaten... Ne mutlu bana...
Ha bu arada yürüyüş öncesinde de koskoca bir jam vardı yahu. Hayatıma 20 tane daha şahane insanı sokan jam. Jam'i anlatmak ne mümkün. Ama birçoğunuz jam'den az çok haberdarsınız zaten, hımm?
Ne diyorduk... Jam sonrası Burcu'yla 2 gün Assos'ta kamp yaptık, sonra otostopla -ve hayatımda ilk kez tek bir araçla- İzmir'e vardım. Orada yürüyüş ekibinden İbo (Zeyd) ve Furkan'la ve birkaç jamcanla buluşup akşam bol muhabbet Kordon'da... Sonra yeni jamcanlardan Ebru'da kaldık ve sabah kahvaltısı sonrası 3 adam yola düştük. Göztepe'den bi' çevre yolu çıkıyo otobana doğru, işte oradan üçe ayrılarak başladık otostopa... Burası apayrı bir hikaye gerçi ama çok uzatmamak için durduruyorum kendimi. Sadece yolda ayrıldık ama bi' ara İbo-Furkan birleşti bi' şekilde, sonra da Furkan ve ben, onu paylaşiyim. Ha bi de, bi' ara yabancı (galiba Alman'dı) bi' adamın arabasına bindik Furkan'la. Sakin sakin gittiğimizi sanarken hız göstergesine bi' baktım, 190'la gidiyormuşuz. Furkan'a söyledim, o da çok şaşırdı. Sonra bi' ara 200'ü de gördük. Ama otobandaydık ve adamın multi-manyak arabasında 100'le gidiyor gibi hissettik, son derece de güvenli... Akşama doğru Furkan'la Fethiye'ye vardık (İbo'nun varışı çok daha sonraya tekabül etti, bi yerlerde fena takıldı), gün batımında denize karşı ikişer bira içtik. O anlardaki keyfim şimdi gibi aklımda.
Sonra gece saat 10'a doğru Efe intikal etti Burdur'dan. Hızlı bir yemek yemece, sonra da marketten büyük alışveriş... 12'ye doğru da İbo'nun gelmesi... Benim saat 10'dan itibaren yavaş yavaş paniklemeye başlamam ve -bilen bilir, hiç de öyle olmam ya ben- grubu biraz germem... Ama nasıl germiyim? Yeterince araştırma yapmamışız; haritamız yok; su kaynaklarının yerlerini pek bilmiyoruz; bir sonraki gece nerede kalacağımızı bilmiyoruz; dahası o gece bile nerede kalacağımızı bilmiyoruz (saat 12'de bile hala bilmiyorduk), çayır çimen bir yerde mat-üstü tulum uyuyacağız ama o çayır-çimen nerede?.. Yolculukla ilgili (işte bu yol, su, kalacak yer, market durumları) yeterli araştırma yapmamışız, diyorum ya o gece bile nerede kalacağımız belli değil. Yahu nasıl tedirginim ama nasıl... Grubu da gerip duruyorum böyle... Ama adamlar da -sözleşmiş gibi- nasıl rahatlar, anlatamam. Bu durum daha fazla gerilmeme neden oluyor.
Neyse saat artık bire mi geliyordu neydi, dedik ki biz Hisarönü'ne gidelim, ki Likya yolu Fethiye'den Ölüdeniz'e giderken Hisarönü diye bir yer var, işte oradan başlar; orada uygun bir yer bulalım, kampımızı kuralım; sabah da pıt diye başlarız oradan yürümeye. İyi ki de öyle yapmışız. Biri geçerken o tarafa giden son (veya bir önceki) dolmuşa bindik, Hisarönü'ne vardık, uygunumtrak bir yer bulduk, çadırları kurduk falan... Sonra biraz rahat ettim neyse ki, sakinledim. 2:30 civarında da yattım galiba (diğer arkadaşlar az daha takılıp yattılar), 6:30'da kalkmak üzere.
Abartıyorum sanmayın, hayatımın en tedirgin saatleriydi belki o gece yaşadıklarım. Furkan falan çok şaşırmış zaten, diyip duruyormuş Efe'ye 'Allah allah, çok rahat bi' adamdır Emre yaa, hiç böyle değildir.' diye... Valla ben de çok şaşırdım, ne yalan söyliyim. Ama öyle bi' geldi geçti ve ertesi sabah uyandığımızda gayet iyiydim ve büyük yürüyüşe hazırdım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder