10 Ekim 2013 Perşembe

Likya yolu macerası ( ta kendisi)

Yolculuğa 4 kişi başladık (mesela Mor ve Ötesi olsun, 4 erkek): 2012 jam'den arkadaşım Zeyd, Gezi direnişinden (ay ne dedim ben, töbe!) ve 2013 jam'den arkadaşım Furkan ve Yeniköy Eko-mimari atölyesinden arkadaşım Efe. Yazacak o kadar çok şey var ki neresinden tutsam... 10 Eylül sabahı erkenden kalktık, kahvaltımızı yaptık ve başladık yürümeye. Yol detaylarını anlatmiyim şimdi, hem çok yer kaplar ve çok zaman alır; ayrıca notlara bakmam gerekir falan... Gerenk yok. Ama işin daha teknik kısımları için bir kez daha, bu amaçla hazırlamış olduğum blogu adres göstereyim, en azından.

İlk günün arefesinde, o stresli gecede (bak bi önceki yazıda bunu atladım mesela) alışverişi de yaptıktan sonra o çantaları bi' sırtlandık, 'eyvah' dedim, 'yürünmez bunlarla!' Yürünüyormuş, alışılıyormuş. Çok ağırdı yahu, anlatılır gibi değil.

Neyse kalktık, sırtlandık o çok ağır çantaları ve düştük yola. Normalden çok daha tempolu gittik, 5 saat sonra ilk etabın sonundaydık, sonra Kelebekler Vadisi falan... Sonraki günlerde de devam ettik işte... Hemen ekliyim ki, ikinci gün çantaları sırtlandık ve dördümüze birden hafif, hatta yokmuş gibi geldi. Hemen alışılıyormuş meğer sırttaki 20 kg.ya. 5. günün sonunda, muhtelif nedenlerle Furkan ayrıldı aramızdan, 6. günün sonunda ise Özgün katıldı. Özgün, 2013 jam'de tanıştığım süpersonik, çok tatlı bir kadın. Yeni dörtlü (3 erkek 1 kadınlı bir grup var mı ki? Şebnem Ferah'lı bir grup gibi düşünelim), bir oyuncu değişikliğiyle yollara düşmüş oldu böylece. 7. günün sonunda Patara'daydık ve Özgün haricinde epey yorgun düşmüştük. Orada pek keyifli bir kamp alanı bulunca seriliverdik oraya ve ertesi günü tatil ve dinlenmece günü ilan ettik. 9. gün yine yollara düştük ve Kalkan'a, oradan Bezirgan yaylası, Gökçeören, sonra da 12.günde Çukurbağ'a vardık. Çukurbağ'da Burcu da katıldı ekibe. 13. günde sabahtan Efe'yi Burdur'a (sonra da J-fest'e gidecekti ve gitti) yollayıp yeni dörtlü olarak (2 erkek 2 kadın, tabii ki Ace of Base), o gün kısacık parkuru yürüyüp Kaş'a geçtik. Tatilimsi bir gün oldu; deniz, çakıltaşı, güneş; akşamına da ateş yakıp muhteşem kasabın muhteşem köftelerini yemece ve sahilde şezlonglarda uyumaca... 14. güne uyandıktan birkaç saat sonra Zeyd ve Özgün de ayrılınca biz olduk Oya-Bora (ilk başta İzel-Ercan yazdıydım ama Oya-Bora imdadıma yetişti çok şükür!). 14. gün de 3/4-tatil modu, bütün gün takılmaca ve yiyecek alışverişi, sonrasında sadece Limanağzı'na bir saatlik bir yürüyüş. 15. gün oldu ve Oya-Bora'nın ciddi yolculukları başladı nihayet. 16.günde fena bi' kaybolma ve Emre'nin yolculuğu ve bu yürüyüşe dair hislerini sorgulaması...

Burada azıcık durasım var, her şeyi atladım da buradaki hisleri atlayıp geçemedim, sadece birkaç cümlecik... Aslında yolun başından beri çok iddialı cümleler kurmaktan çekiniyordum, hep 'gittiği yere kadar; gücüm, enerjim yettiği kadar giderim.' falan diyordum ama içimde bir yerde tüm yolu yürümek de vardı aslında. Bunun bir nedeni, daha ilk günden notları alırken hazırlamaya karar verdiğim bloga epey önem atfetmem ve bu blogu sağlam ve eksiksiz (ya da az eksikli) yapmak istememse, bir diğeri de bir şekilde kendime ve diğerlerine 'Abi ben bütün yolu yürüdüm yaa.' diye hava atmaktı sanki. Bu ikinci neden yürüdükçe daha bi' hırsımtrak bi'şeye dönüştü aslında. Bahsi geçen kaybolma, bu hissiyatları fark etmemi sağladı ve 'Ben galiba keyif almıyorum artık; bu iş, 'iş'e dönüştü yahu!' diye düşündüm; hatta öğle molasında sıcağı sıcağına paylaştım Burcu'yla. O daha iki gündür yürüyordu ama bıraksak da çok üzülmeyecekti. O yönden sorumluluk hissetmedim yani. O öğle molasında ve sonraki saatlerde, yani bizim kayıplıktan na-kayıplığa geçtiğimiz zaman aralığında hissiyatım hep bırakmak yönündeydi. O gün varmış olduğumuz kamp alanında da o kadar bitkin hissediyordum ki, fikriyat aynen durdu durduğu yerde.

Ertesi gün (gün 17) daha enerjik uyanıp, keyifli bir yürüyüşle Üçağız'a varınca bu hissiyat dağıldı epey. Bahsi geçen hissiyatların doğruluk payı varmış muhakkak ama olay tümüyle onlardan ibaret de değilmiş aslında. Bunu fark ettim; çok da güzel geldi o gün ne mutlu ki. Devam etmek istediğimi söyledim, Oya da kabul etti. 17.gün, tüm jam, jam sonrası ve Likya yolu yürüyüşü boyunca 'yatak'ta yattığım(ız) tek gece olarak tarihe altın harflerle yazıldı. Aman da ne güzel bir şeymiş meğer o yatak denen şey. Yok, çadır içinde veya dışında, mat üstünde, uyku tulumunda yatmaktan şikayet etmedim hiç ama yatağa yatınca bi' başka oluyormuş. Üstümüz, başımız, kendimiz, kıyafetlerimiz o kadar kirliydi ki o günü Üçağız'da Ekin Pansiyon'da geçirdik. Pansiyoncu Yusuf abi o kadar yardımcı ve tatlıydı ki... Oda-kahvaltı ve gayet az bir meblağa anlaştığımız yetmezmiş gibi çamaşır makinesini kullandık, akşam üstü elma getirdi bize, akşam da yemek... Sonra yola devam... Gün 18'de Çayağzı'na devam, Gün 19'da 5-6 günlük etabı -otostopla- atlayarak Karaöz'e ve oradan Korsan Koyu'na geçiş, 20. günde meşhur Gelidonya Feneri'ni de görüp Adrasan ve 21. gün Olimpos.

Burada iki hikayenin altını çizip bitiriyorum yavaştan. Birincisi, 20. gün Korsan Koyu'ndan Adrasan'a doğru giderken, bütün yolun en enerjik, fiziksel olarak en şahane hissettiğim günüyken, 21. günde bir anda çökmem ve zorlukla devam edebilmem. Hele Burcu, özellikle başlarda çok zorlandı. Bu etabı bitirebileceğimizi bile sorguladık... Sonra toparladık neyse ki ve bitirdik. Ama o en başlardaki yorgunluk, bu sefer gerçekten bitmesi gerektiğini hissettirdi bize. Ayrıca artık 'market nerede var', 'su kaynağı nerede'leri düşünmekten o kadar yorulmuştum ki, devam edecek gücüm kalmayıverdi. Bir anda... Ve bitirdik o gün. 21. güne başlarken o günün son gün olacağı hakkında en küçük bir hissiyatım, düşüncem yoktu ama bitiverdi. Olimpos'ta Ummanaki'nin evine gittik, bi' güzel yayıldık, temizlendik, yemek-rakı vs. Ertesi gün de oradaydık ve bir sonrakinde de Burcu'yla Antalya'ya geçtik, sonra o İzmir'e doğru yola çıktı, ben de her zamanki demlenme ve dinlenme yerim olan Alanya'ya.

Yok yok, ikinci hikayeyi unutmuş değilim. Geliyor... 17. gün Üçağız'da pansiyonda kaldık, dedim ya. Bir grup da -aksanlarından belli ki- İngiliz kadın vardı ve selamlaşmıştık... 18. gün biz yola erkenden çıkmış, sonra öğle molası vermişken yanımızdan geçiverdiler. Sonra 20. gün biz yine daha erken yola çıkıp yine yolun ortasında öğle molası vermişken yine yanımızdan geçmezler mi... Bu sefer geçerken şeker de verdiler bize... Ha bir de 'Yarın görüşürüz.' falan dediler şaka yollu. Hadi bu da tamam da, 21. gün, bu sefer normal saatten çok daha önce beklenmedik bir uzun mola verdiğimizde aynı grup yine geçti, çok acayip. Artık şunu deme ihtiyacı duydum kadınlara: 'Valla hep oturmuyoruz. Biz de yürüyoruz aslında.' ((: Hatta kadınlardan biri olsam aklımdan şu geçerdi diye düşündüm: 'Bu ne yahu, bu ikisini her gün bizim yola helikopterle mi bırakıyorlar ne?'. Öyle işte, benim aklımdan öyle komiklikler, şakalar geçer; bakmayın siz. Neyse sonra yolda onları yakaladık, geçtik falan. Galiba gurur yapmışım ki bunu belirtme ihtiyacı duydum (Gülücük). Onlar yine 'yarın görüşürüz' falan dediler ama ben 'yok,' dedim, 'galiba son gün bizim'.

Hadi buraya kadar olan bir çeşit tesadüf de, ateyizler bundan sonrasını nasıl açıklayacak bakalım... Biz 21. gün yürüyüşü bıraktık, 2 gün Olimpos'ta kalıp Antalya'ya doğru otostopa başladık. Önce Fransız bi'çift bizi Göynük'e kadar attı. Sonra biz son 30 km için başparmakları doğrultmuşken yanımıza yaklaşan minibüsün, kadınların servis aracı olmasına ne diyeceksiniz, haa?

Al sana sürpriz ve ani son! ((:

2 yorum:

  1. güzel hikaye, güzel gözlemler :)
    imza: kerem diye biri.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. teşekkürler ((: daha çok hikaye vardı da tek yazıya sıkıştırmıştım o günlerde...

      Sil