Nerde kalmıştık... Geçtiğimiz Çarşamba İzmir'e geldim ve Özgür'ün evinde Özgür ve Burcu ile buluştum. Yorucu ve süper keyifli günler başladı böylece; malum, hafta sonu hayatı "kut"layacaktık...
Çarşamba akşamı, Perşembe, Cuma boyunca hafta sonu etkinliğine hazırlanarak geçti. Bol hisbakışlı (jam'deki check-in'e de güzel bir karşılık mı bulduk ne); etkinlik, oyun vs. önerilerinin havada uçuştuğu günlerden sonra Cuma akşamüstüne doğru Şirince'ye, Tiyatro Medresesi'ne ulaştık.
Medrese de, Medrese'de tanıdığımız insanlar da haddinden fazla güzeldi. Zaten günlerimizin bu kadar güzel geçmesinde önemli bir pay da mekana ve mekanda bulunan Onur ve yemeklerimizi yapan Bircan'a aitti. Cuma akşamı hem mekana ısındık hem de hazırlıklarımızı tamamladık; yattık-kalktık, Cumartesi oldu. Ama ne olmak!.. Sabah acayip bir sağanak yağmur, en yüksek perdeden gök gürültüleriyle uyandık. Mekansal olarak da minik bir sürpriz yaşadık ve gerek kadınların kalacağı koğuşta, gerekse çalışma yapacağımız salonda tavan aktı. Islanan yataklar değiştirildi, çalışma yapacağımız salondan mutfağın da yer aldığı salona taşındık... Bu değişikliğin de olumlu etkileri olmadı değil, çok daha aydınlık ve daha iç açıcı bir ortamda çalışma yapmış olduk. Şikayetçi değiliz yani.
Buluşma saati olan 10:30- 11:00 arasında katılımcılar geldi ve etkinlik başladı. Etkinliğin detaylarına girecek değilim ama gerçekten çok güzel bir 2 gün geçirdik. Aralarda ve Cumartesi gecesi Burcu ve Özgür ile hazırlıklar, çalışmalar, program akışı üzerinde değişiklikler hep devam etti ve epey yorulduk. Ama güzel yorulmak... Bu arada çok güzel ve birbirini tamamlayan bir ekip olduğumuzu düşünüyorum. Bana çok şey kattı bu çalışma. Pazar akşamı etkinlik sona erdiğinde çok kaynaşmış, birbirini çok sevmiş bir topluluk oluverdik; pek de güzel olduk. Özgür ve Burcu ile değerlendirmemizi de yaptık ve etkinlik sona ermiş oldu.
Etkinlik bitti, herkes gitti; Burcu ve ben bir gün daha kaldık orada. Hisbakışlara ve sohbete devam ettik, Onur'la daha çok sohbet etme şansımız oldu; o gün orada bululan Şule, Ege ve Suzan (ve oğulları Ali) ile de vakit geçirme şansımız oldu. Oradaki kişilerle de Medrese'yle de daha yoğun bir bağ kurmuş olduk...
Ertesi sabah kahvaltı, çimlerde yayılma, gelen-gidenle selamlaşma, özellikle -neydi o kızın adı yaa- hah Turna ile sohbet, bize İngilizce şarkılar öğretmesi falan... Bi' de abisi var, Kuzgun...Öğleden sonra bir şeyler atıştırdıktan sonra Onur'u da aldık (ya da o bizi aldı), Şirince'ye gittik. Köyde gezinti, Nişanyan otelini ve bağ evlerini görme, Hodri Meydan Kulesi'ne çıkma, çok yürünesi patikaları fark etme ve burada bir etkinlik daha yapma isteğimizin kabarması...
Akşam üstüne doğru Onur'la vedalaştık ve Şirince çıkışında baş parmaklarımızı kaldırdık. Çok beklemeden orada yaşayan bir kadınla Selçuk'a, oradan bir edebiyat hocasıyla Seferihisar yoluna çıktıktan sonra bir kamyon aldı bizi ve yola koyulduk. Burcu'yu bir süreliğine ikamet ettiği Seferihisar-Doğanbey'de atıp ben Seferihisar'a kadar devam ettim amcayla. Orada otostopa başlamamla Hilal'in karşıma çıkması bir oldu. (Babamın bir arkadaşı, geçtiğimiz aylarda tanışmıştık.) Evlerinin olduğu Çamlı taraflarında indim ve bu sefer dört öğrenciden oluşan "rodtrip" ekibi durdu. Adamlar vizelerin bitmesiyle yola düşüp dört günde 3.000 km yapmışlar; Denizli, Konya, Isparta, Afyon'u arşınlamışlar. "E hep yolda geçmiştir zaman, gittiğiniz yerleri anladınız mı, algılayabildiniz mi?" soruma, "Nokta atış yaptık, gidilmesi gereken yerlere gittik, görülmesi gerekeni gördük, yenmesi gerekeni yedik." şeklinde cevap verdiler.
İzmir'de doğrudan Burak'a geldim yine. Burayı da artık iyice benimsedim zaten... Pazartesi günü öylece geçti. Salı günü akşam üstü Burcu geldi. Muhabbet ederken bir sonraki etkinlik için heyecanlandık falan (bugün-yarın kokusunu alırsınız); sonra Burak da okuldan döndü ve akşam dışarıda yemek yedik, sonra da Alsancak'a gittik. Çay-kurabiye... Yolda giderken de atölyeye gelenlere mesaj attık, belki gelebilenler olur diye. Murat, Sevil ve Özgür geldiler. Ayrıca Özgün ve birkaç arkadaşı da Kordon'daydı, biralarımızı alıp yanlarına gittik. Bir saat falan kalabildik, o sıralarda çok çok mutlu ve enerjik hissettiğimi paylaşasım var. Eski günlerdeki gibi çenemin düştüğünü fark ettim falan...
Oyy, çok uzadı ama bitiyor. Burcu'yu otogara bıraktık ve İstanbul'a yolculadık, eve döndük... Dün de süper ötesi mükellef bir kahvaltıyla güne başlayıp Urla'ya, Umman'a gittik Burak'la. Bildiğiniz (ya da bilmediğiniz) üzere Umman Olimpos'tan yeni taşındı bu taraflara; hatta beraber ev bakmıştık onunla. Evi çok güzel, kendisinin enerjisi acayip yükselmiş, tam kendini bulmuş sanki; kaza geçiren köpeği Çakıl(us) daha iyi ama epey acı çekiyor, kedisi Kum ise dün kendisine kuru mama verilmediği için Umman'a küs idi. Gitmişken Likya yolunda ihtiyaç halinde kullanmak üzere panço yağmurluğunu ve yine su geçirmeyen pantolonunu ödünç aldım ve İzmir'e geçtim. Arjin (Argın'ın yeni adı, tam alışamadım henüz) ile buluştuk, iki laklak ettik ve ondan da çadırını aldım ve eve döndüm. Akşam, yukarıda bahsettiğim ve 1-2 gün içinde kokusunu alacağınız etkinlikle ilgili birkaç detay netleşti bu arada...
Ehh bugün de kalktım, kahvaltı, duş vs. Birazdan SGK'ya gidip genel sağlık sigortamı başlatacağım, sonra yürüyüşle ilgili bir iki alışveriş yapıp döneceğim. Yarın yola düşüyorum, otostopla Patara'ya gidecek ve geçen yıl kaldığımız kamp alanına çadırı atacağım. Cumartesi günü diğer arkadaşlar da gelecek ve Pazar günü Kalkan-Kaş tarafına doğru yürümeye başlayacağız. Oradan Flora'nın bahar şenliğine geçerim, sonra da... Bakalım işte...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder