26 Ağustos 2013 Pazartesi

Dün ve bugünden kalanlar ve 'yarın'

Hızımı alamadım ve devam ediyorum. Hem bir önceki yazıda bahsettiğim 'yarın'ı yazmak için, hem de o yazıyla ilgili olarak da tamamlanmış hissetmediğim için. Açıp açıp, teşekkür kısmına birilerini ekliyorum, sonra bazı cümleleri değiştirip duruyorum, falan... Bir yandan en beğendiğim yazılarımdan biri oldu, bir yandan da -tabii kapsamı da çok geniş olduğu için- eksik kalan bir sürü şey kaldı sanki.

Mesela teşekkür kısmını detaylandırasım var. En azından birkaç kişiye... Geçen yazıda da yazdım; annem, birçok annenin olacağı gibi, bu süreçte hep çok endişeliydi. Göçebeliğe başladığım günün ertesinde telefonda bana 'Öyle bir şey yaşayacağıma öleyim daha iyi!' diyen oydu mesela; onun için bu kadar korkunç bir süreç benim yaşadıklarım. Ve bu sürece karşı böyle hissetmesine rağmen yine de iyi dayandı ve içişlerime hiç müdahale etmedi. Cidden tebrik etmek lazım kendisini. Babam da, yine birçok babanın olacağı gibi, nispeten daha az endişeli de olsa, 'hayatın gerçekleri', 'para kazanma zorunluluğu' gibi -aslında kendi kurgumuz olduğunu düşündüğüm- konulardan dolayı daha 'normal' bir yola dönmemi tercih ederdi belki ama yine de hep arkamdaydı, engel olmaya çalışmadı... 'Doğal yaşam' desem "paramız olsa keşke de bir yer alsak sana" dedi, 'pansiyon falan mı işletmeli' diye düşünsem bulduğu pansiyon, kamp yeri, apart otel ilanlarını gönderdi hep bana.

Sonra İstem, eşyaları dağıtmaya henüz karar vermediğim zamanlarda tüm bir odasını bana açtı; sonra dağıttım eşyaları ama yine de bir valiz, bir koli ve birkaç ıvır zıvırım onda, İstanbul'da onun evi benim için üs haline geldi. Bir ihtiyacım olup olmadığını soran çok kişi oldu ama Levent, Bülent ve Neslihan'ı ayrı tutasım var. Özellikle Levent'in, ben ne kadar "Yok yok uzun bir süre bir şeye ihtiyacım yok." desem de, her seferinde sorması çok kıymetli. Bülent ve Neslihan'ın her şeylerini önüme sermeleri ve onların da 'Sana fon oluşturalım' fikirlerini paylaşmaları da... Ayrı tutasım var deyip 3 isim andım ama hemen başkalarına haksızlık yaptığım hissiyatı dolanmaya başladı içimde. Yine beni hep destekleyen, evlerini açan, eşyalarını paylaşan herkesten bahsetmek istiyorum aslında ama çok uzar... Sonra Begüm'ün varlığı ne kadar kıymetli. Birlikte yapmış olduğumuz Armağan Ekonomisi 101 atölyeleri ve tam da bu atölyeler sırasında ve birlikte geçirdiğimiz bir hafta boyunca kendimi daha da güçlenmiş hissetmemi sağlayan kişidir; ve bu güçlenmişlik hissiyatı daha da artıyor günbegün. Oluşturdukları cennet Flora'nın kapılarını -sadece bana değil- tüm dostlarına sonuna kadar açan, "Gel, burada hayata katıl, hem bize destek ol, hem kendini sına." diyen, birkaç gidişten sonra orada kalmaya karar verdikten ve -güya- oraya yerleştikten sonra patlayan Gezi direnişi sonrasında apar topar ayrıldığım ve sonrasında tekrar gitmeye güç ve yeterince istek bulamadığım, ama buna karşın hiç olumsuz tepki almadığım ve kapının bana hala açık olduğunu hissettiren, orada bulunduğum her an kendilerinden bir şeyler öğrendiğim ve daha öğreneceğim çok şey olan Ayşe ve Selahattin'e ne desem, ne yazsam yetmez. Sonra Filiz var mesela... Onun bana olan etkileri doğrudan değil, daha dolaylı. Ama son 1 yılda karşıma çıkan, benim için 'yeni' olan neredeyse her şeyde parmağı var, ya bu 'yeni'liklerin gelişmesinde katkı sağlamış, ya da bizzat önayak olmuş/oldu. Ona da çok şükran doluyum. Daha da var ama bir de Burcu'ya yer açıp bitirelim. O da tüm varlığıyla, duruşuyla, sorgulamalarıyla, hayalleriyle hayatımı o kadar zenginleştirdi ve zenginleştiriyor ki...

30+1 yılda (son 1 yılı ayrı yazasım var) epey şey gördüm, farklı deneyimler edinme şansım oldu vs. Kitaplar okudum, filmler izledim, ülkede ve dünyada katliamlara ve çok boktan olaylara, nadiren de güzelliklere tanık oldum. Bazen çok umut dolu, bazense tam tersi hisler dolaştı içimde.

Tüm bunlar ve özellikle son 1 yılın sonucunda, -tam da şu anda- bugüne ve yarına dair neler geçiyor aklımdan biliyor musunuz?

Büyük çoğunluğumuzun hayatlarını boş yere harcadığı,

Sadece ve sadece kiramızı ve faturalarımızı ödeyebilmek, beslenmek ve barınmak için, yani sadece olmazsa olmaz temel gereksinmelerimiz için tüm hayatımızı ipotek altına alıp boka çevirdiğimiz,

7 iş değiştirdikten sonra ve ailem ve arkadaşlarım vasıtasıyla yüzlerce 'iş' hakkında edindiğim bilgilerin bir toplamı olarak iş hayatının -ve aslında tüm sistemin- tam bir fiyasko olduğu,

Bütün bunların hem sebebi, hem de sonucu olarak, aşırı ve gereksiz tüketimimizi gördüğüm,

Dünyanın, sadece insanların keyfi için kaynakları yağmalanası bir yer olmadığı, tüm canlılarla birlikte bir bütün olarak yaşamaya başlamamız için yarının çok geç olduğu, hepimizin acil kendi adımlarını atması gerekliliği,

Doğadan ve topraktan kopuşumuz ile kendimizden kopuş arasında çok önemli bağlantı olduğu, hatta belki de bu ikisinin tam da aynı şey olduğu,

Doğal yiyeceklerle beslenmenin hem vücut, hem zihin, hem de ruh açısından çok ama çok önemli olduğu,

Bu 'doğal yiyecekleri' mümkünse kendimizin de yetiştirmesinin çok daha iyi olduğu,

Hayatta sırtımıza binen tüm sorumlulukların bizi kamburlaştırdığı, çökerttiği, çöktükçe kafamızı kaldırıp bakmanın iyice zorlaştığı ve hatta imkansızlaştığı; bu nedenle kaybettiğimiz her dakikanın işleri daha da zorlaştıracağı,

Kendimizi bulabilmek için -mümkünse- tüm sorumluluklarımızdan sıyrılmamız gereken bir zaman dilimini kendimize borçlu olduğumuz,

Yazmanın -galiba- kendimizi bulabilmek için yapılacak en önemli alıştırma olduğu,

Başka bir dünyayı hayal etmenin bizi bir yere götürmeyeceği, hemen şimdi harekete geçmemiz gerektiği; Mülksüzler'de dendiği gibi devrim yapılamayacağı, devrim olunabileceği; kendi 'başka bir dünyamızı' hemen şimdi inşa etmeye başlama gerekliliğimiz,

Aynı minvalde, Gandhi'nin dediği gibi dünyada görmek istediğimiz değişimin kendisi olmamız gerektiği,

Vermenin güzelliği ve almaktan da korkmamanın önemi,

Kendine yeterliliğin büyük bir yanılsama olduğu gerçeği,

Hayatın topluluklar içinde ve dayanışma/birbirimizi tamamlama ile güzel olduğu gerçeği,

Tükettiklerimizle bağımızın kuvvetlenmesinin önemi,

...

gibi şeyler geçiyor işte. Neredeyse her anım, tüm zamanım bu düşünceler ve türevleriyle geçiyor. Hiç de şikayetçi değilim. Yazıya başlarken bunları yazmak gibi bir niyetim yoktu ama akıverdi kendiliğinden.

'Yarın'a geliyorum şimdi de nihayet. Ama bu kısmı -umarım- kısa tutacağım.

Yarınımın bana ne getireceğini çok iyi bilmiyorum. Ama artık bir vizyonum var. Belki asla ulaşamayacağımız, belki de kısa bir süre sonra mümkün olacak, ama ne olursa olsun bu yönde kafa patlatmaktan ve fikir üretmekten vazgeçmeyeceğimi sandığım vizyonuma göre, devletlerin ve tabii ki mülkiyetin olmadığı, birkaç yüz kişilik topluluklar halinde yaşadığımız, paranın zamanla ortadan kalktığı, herkesin sevdiği ve keyif aldığı işleri yaptığı ve tam da bu sayede kimsenin aslında 'çalışmak' zorunda kalmadığı; insanların keyif alarak ürettiklerini 'armağan ekonomisi' kapsamında özgürce ve fütursuzca birbiriyle paylaştığı, biriktirmek, yarını sağlama almak gibi kaygıların olmadığı bir toplum yaratmak gerekiyor.

Bu, elbette ki benim yapabileceğim bir şey değil, olacaksa kendiliğinden olacaktır.

Peki kendi hayatımda ne istiyorum, bir nevi misyon yani. Aslında yukarıda yazdıklarımın mikro halini uygulamaya koyabilmek istiyorum. Sayısını bilmesem de, galiba en azından 10 kişi ile, zamanla kendine yetecek kıvama gelen, teknoloji gibi konular haricinde dışarıdan herhangi bir 'mal' almak zorunda kalmayan, kendi yağında kavrulan, (satın almak zorunda kaldığı şeyler için ve seyahat masrafları için çok az miktarda para kazanması gerekebilir ya da sabit bir gelir varsa, bu kullanılabilir) elbette ki doğayla uyumlu yaşayan, tüm bunları yaparken dışarıyla iletişimini de kesmeyen ve diğer insanlara, topluluklara ilham veren, aynı şekilde sürekli öğrenen, iş bölümünün doğal yollardan, yani kişilerin ne yapmak istediklerinden yola çıkarak gerçekleştiği, büyümeye, değişmeye, gelişmeye her daim açık, -meli -malı'ların barınmadığı, grup içinde de mülkiyetçi olmayan bir topluluk oluşturmak, diye özetleyebilirim. Tabii buradaki her bölümün üzerinde uzun uzun konuşmalı, tartışmalı, fikir yürütmeli vs. Ama ana hatlar bunlar sanki...

Evet benim varmak istediğim yer bunun gibi bir şey işte. Topluluk oluşturma konusu, son zamanlarda birçok kişinin hayali ve her geçen gün bu kişiler arasında iletişim artıyor. Mesela dün Begüm'le bir grup oradan-buradan bu yönde hayalleri olan insanlar olarak buluşsak, toplansak diye düşündük ve Ekim'de bir toplaşma organize etmeye çalışıyoruz. Şimdiden çok heyecanlıyım ve farkında olmadan bu toplantı için ilk çalışmamı da, yukarıda sizlerin huzurunda yapmış oldum.

Bu hayal ve toplantı düşüncesi bir yana, bir süre daha (en azından bu kış) ekolojik çiftlikleri ve oluşmaya başlayan diğer bazı toplulukları ziyaretle, yoruldukça İstanbul'a dostlara veya aileye sığınarak geçecek gibi görünüyor. Sonrasında da topluluk oluşturma adımlarını atmamıza çok mu var, az mı, onu anladıkça ona göre diğer adımlar gelecek gibi görünüyor. Ufak bir pansiyon hayalim nüksediyor zaman zaman, bazen de sivil toplum yine beni çağırıyor gibi hissediyorum mesela. Ama dediğim gibi, galiba en azından Bahar'a kadar aynı bu şekilde ilerleyecek gibi hayat. Sonrasına bakıcaz...

2 yorum:

  1. okudukça heyecanlandım, heyecanlandıkça bi' daha okudum, e bi' daha okuyunca bi' daha heyecanlandım. dilerim herkes bir an önce "kendi başka dünyası"nın sesini duyar -ki çağırdığına eminim- ve daha harekete bile geçmeden her şeyi nasıl da farklı algılamaya başlayabildiğimizi/başlayabileceğimizi görebiliriz. oradan sonrası zaten çok başka :)

    YanıtlaSil