10 Eylül 2012 Pazartesi

göçebe günlükleri - gün 5 (devam), 6, 7, 8 - Erdek-Yeniköy-Çanakkale

Zeyd’lerin dükkan - Le Mantı

Yollar çok keyifli. Birkaç gündür sürekli hareket halindeydik. Ama bugün biraz yavaşladık.

Cuma gecesi 12 civarında Erdek’e vardık. Bülent’in annesi biraz döktürmüş, sağ olsun. 3-4 çeşit zeytinyağlı, pilav, tavuk, kavun, komşudan gelen bol isotlu çiğ köfte. Tam rakılıktı yemekler ama biz Avşa Adası’nda yapılan Bortaçina şaraplarından almıştık 2 şişe, onları içtik. 3’e kadar falan yiyip, içip, muhabbet ettikten sonra yatmayı başarabildik. Çok keyifli bir geceydi.

Cumartesi sabahı Bülent bizi 7:45’de kaldırdı (halbuki 8 diye anlaşmıştık.). İlk iş doğruca denize girmek oldu. Tahminimizden daha iyiydi su sıcaklığı ama çok rüzgarlıydı. Biraz yüzdük, sonra evde süper bir kahvaltı… Tabii ki dünyaları yedim.

Öğleye doğru Yeniköy’e doğru yola çıktık. Yeniköy, Jam’i yaptığımız yer bu arada; Çanakkale-Bayramiç’e bağlı. Yolda Çan’dan Balıkçı’nın ihtiyacı olan birkaç malzemeyi toparlayıp oraya vardık. Özgür, bizden önce gelmişti oraya. Sarılmalardan, öpüp koklaşmalardan sonra, doğrudan ağaçlara, tarlalara daldık. Böğürtlenler, incirler, çeşit çeşit domatesler… Zaten bundan sonra orada burada nasıl o kötü domatesleri yiyeceğim, hiç bilmiyorum. O nasıl aromalar, her bir çeşidinki kendine has…

Şimdi eve geçiyoruz...

19:45 Zeyd’lerin evi'nden devam

Sonra eve geçtik. Orada Volkan ve Eda ile tanıştık. Volkan bir aydır falan Balıkçı (Yeniköy’deki mekanın ortaklarından, Jam katılıcılarından) ile kalıyor, orada gönüllü olarak işlere yardımcı oluyor. İnşaat mühendisi ve bir yerde çalışıyormuş ama şehir hayatının anlamsızlığını fark ederek kırsala geçmeye karar vermiş. Şu an için, uzunca bir süre orada kalacak gibi görünüyor. Bu, onun hiçin hem kırsal hayatı deneyimleme şansı, hem de bu hayatı öğrenerek, ilerleyen zamanlarda kendi hayatını da bu şekilde kurabilmek. Ara ara küçük sohbetler yapabildik; buradaki hayatın birçok zorluğunun da olduğundan, yapacak çok iş olduğundan ve yalnızlığın getirdiği bir yabanilikten bahsetti. Umarım istediklerini yapabilir.

Eda da Volkan’ın arkadaşı. Sadece hafta sonu için gelmiş Yeniköy’e. Biz gittiğimiz sırada yalnızca birkaç saattir oradaydı, sabah gelmişti, ama “çok uzun zamandır burada gibi hissediyorum.” dedi. Köyde zaman algısı gerçekten bambaşka.  Biz de toplam 24 saat orada kaldık ama o kadar uzun süre kalmış gibiydik ki… Eda da bir şirkette çalışıyormuş, mali işler falan, sıkıcı şeyler yani. İleride o da bu tip bir hayata atılmak istiyor ama henüz erkenmiş galiba.

Akşama kadar sohbet ettik, güldük, Jam anılarını canlandırdık. Birkaç bira içtik… Akşama doğru da yemek işine giriştik. Eda’yla Volkan orada yetişen muhteşem baklalarla fava yaptılar, biz Özgür, Zeyd, ben salata yaptık. Sonra her şey hazır olunca, Zeyd Çanakkale’den getirmiş olduğu mantıları pişirdi bize. Sarımsaklı yoğurdu falan da hazırlamıştık zaten. Mantılar yendi, sonra rakılar açıldı. Burcu, yeni almış olduğu maaşıyla Tekirdağ altın seri almıştı (reklama girmek pek iyi değil ama…). O ne lezzet yahu! İlk ikişer teklerimizi bitirince Yeni Rakı’ya düşmek zorunda kaldık ama olsun. Kafalar güzelleşmeye başlamıştı ne de olsa.

Tabii ki müzik! Çoğunlukla Bülent, zaman zaman da Balıkçı saz çaldılar. Özgür önce vurmalılarla, sonra gitarıyla eşlik etti. Ben de biraz vurmalı çaldım. Çok çok keyifliydi. Rüya gibi bir geceydi. Erol Abi ve … Abi’lerin (adını hatırlayamadım) katılımı da renk kattı. Türkülere katıldılar, zeybek ve sonrasında çiftetelli oynadılar, … Abi birkaç uzun hava söyledi. Çok çok güzeldi. En son biraları da tükettikten sonra odaya geçtik. Bütün minderleri, döşekleri yan yana dizdik, 7 kişi o şekilde uyuyacaktık. Bunu en son üniversitedeyken yapmıştım! Hülya’nın tüm konuşma ısrarlarına ve susmayan çenesine rağmen (Hülya alınmıyorsun, değil mi?) uyumayı başardık. Ama nasıl oldu, hala anlamış değiliz. Gerçi Bülent’in taktiği faydalı oldu sanki. Söz aldı konuşmak için, ama bir cümle söyledi, 30 sn durdu, bir tane daha söyledi, yine sustu… Derken bizi uyuşturmayı başardı ve daldık. Evet, Hülya da daldı.

Sabah bir kısmımız tarlaya domates toplamaya gitmeyi başarabildi, ama bir kısmımız (ben dahil) uyanmayı başaramadı. 10 civarında uyandık ve kahvaltı sofrasına oturduk. Orada yapılan muhteşem peynir, orada yapılan muhteşem domates sosu (salça gibi bi’şey ve çok güzel), oranın kendi domatesleri, zeytinleri ve taptaze köy yumurtaları ile harika bir kahvaltı yaptık. Burcu’yu destek olduğu proje ile ilgili görüşme için Bayramiç’in bir köyüne, Zeyd’i sınavına gitmek üzere Çanakkale’ye, Bülent’i eşi Neslihan’a ve aşırı tatlı kızı Elif’e doğru uğurladık. Bülent gitmeden önce mutfağın yanındaki avluda yine müzik yaptık biraz. Bi’ ara doğaçlama çaldık ve uyum harikaydı. Bayağı bayağı heyecanlandım. ((: Sonraki birkaç saati de salçanın yapımını izleyerek ve biraz da yardımcı olarak, sohbet ederek geçirdik. Bir ara, Jam’de etkinliklerin yapıldığı bölüme geçtik, Hülya, Özgür ve ben. Bir süre konuşamadık bile. 45-50 gün önceki hallerimiz, diğerleri geldi aklımıza. 7 gün aralıksız bir arada, ve o küçücük mekanda olunca, herkesi o kadar özümsemişiz ve mekanla birleştirmişiz ki, tek tek gördüm sanki herkesi. Hatta oturdukları yerlere, oturma şekillerine kadar orada bizimleydiler. Çok ilginç bir duyguydu. Sonra Balıkçı da katıldı bize. Dördümüz biraz sohbet ettik, içimizden geçenleri paylaştık. Güzeldi yine, çok güzeldi…

Akşamüstüne doğru da yola çıktık. Volkan bizi kamyonetle anayola çıkardı. Giderken ve gitmeden önce de, sürekli, böyle bir kamyonetin kasasında uzun yol yapmak istediğimi söyledim, durdum. Oradan Balıkçı Bursa tarafına doğru, biz de tam ters tarafa, Çanakkale’ye gidecektik. O otostopla 3 araçla Çan’a gidebilmiş, sonrasında “normal” yollarla devam etmiş. Biz de çok az araç geçen o yolda epey (belki 45 dakika kadar, belki daha az) bekledikten sonra, bir kamyon durdu ve bir dileğim daha gerçekleşmiş oldu. Hülya ön tarafa oturdu, biz Özgür’le kamyonun kasasına atladık, Ezine’ye kadar o şekilde gittik. Çok keyifliydi de, sabah o araçla kiremit taşımış olmaları ve bahsi geçen kiremitlerin tozlarının araçta kalmış olması bizi mahvetti. Gözümüz, kulağımız, saçımız, her yerimiz tamamen kiremit tozu ile kaplandı, 1 saatlik yolculuk sonunda. Gözümüzü açamadan, ayakta, demirlere tutunarak tuhaf ama bir yandan da keyifli bir yolculuk yaptık. Özgür, sonlara doğru yerde duran PVC kapılardan birinin üstüne yattı. Ezine’de indik, oradan da başka biri bizi arabasına aldı ve Çanakkale’ye kadar getirdi. Bu arada adamın soyadı Gezgin’miş, bir çocuğa verilecek güzel bir isim olabileceğini konuştuk. Bir yandan da çok sorumluluk yüklemek gibi gerçi…

Çanakkale’ye vardık, Zeyd ile buluşup eve geldik, banyoda kiremit tozlarından arınmayı başardık. Sonra dışarı attık kendimizi. Burcu da işini bitirip katıldı bize, balık ekmek yedik, sonra Kordon’a gidip güzel bir dondurma, sonra birer bira aldık ve deniz kenarında oturduk. Çok keyifliydi sohbet, güzel fotoğraflar da çektik. Üşümeye başlayınca eve doğru yola çıktık ama yemeye de devam ettik. Önce mısır, sonra kokoreç, eve gelince de şarap. Evet, yedik içtik birazcık! ((:

Sonra maalesef Hülya ve Burcu’nun otobüs saatleri geldi. Tam zamanlı çalışan bu arkadaşlarımızı İstanbul’a uğurlayıp eve döndük biz. Özgür ve Zeyd’le sohbete ve kalan şaraba devam ettik. Çok yorgundum ben, çok iştirak edemedim ama gidip yatamadım da bir türlü. Yarı kapanan gözlerle takıldım onlarla. Konu en son ilişkilere falan da gelmişti ne güzel ama gözümü açamıyordum artık. Epey geç saatlerde yatmayı başardık.

Son zamanların en uzun uykusunu uyudum; Zeyd’in telefonu çalıp uyandığımızda saat 12:30 idi. Kendime gelmişim nihayet! Kahvaltı, sohbet… Gitme sırası Özgür’e geldi, akşamüstü onu da gönderdik ve kaldık Zeyd’le. Kordon’da yürüyüş, Çanakkale’yi sevmece… Küçük bir şehir ama pek güzel, pek yeşil, pek sakin, ucuz da… Sonra annesi Leman Abla’nın işlettiği Le Mantı’ya gittik, bir şeyler atıştırdık, oradaki çay ocağından koruk suyu içtik. Ne güzeldi yahu… Birkaç saat takıldıktan sonra eve geldik, şimdi de yazıyorum işte…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder