Aslında dün akşamüstüne doğru bi'şeyler yazasım çok vardı; bir sürü şey birikmişti kafamda, yazalı bir gün olmasına rağmen. Şimdi o kadar çok şey yok gibi ama yazacağım yine de.
Sondan başlayayım: Hayatımın ilk hamur işi denemesine giriştim ve sonuç gerçek bir kabus oldu. Egom çok bastırdığı için ön açıklama yapma gereği duyuyorum, mutfakla aram iyidir epey, dolmadır bilmemnedir, her bi'şeyi yaparım ben; ama bir türlü kek-börek faslına gelememiştim. Geldim de n'oldu, ayrı ((:
Bir önceki Cumartesi günü Flora'daki Antalya Paylaşım Günü'nden bahsetmiştim, değil mi? Hah, işte orada yediğim süper ötesi leziz şeylerden biri ve en tadı damağımda kalanı (sadece 1 tane yemiştim) Sevgi'nin yapmış olduğu portakallı kurabiye idi. Dedim, hazır bu işlere bulaşmayı hep istiyor ve evde yalnız yalnız takılıyor ve vücut "glikoz, glikoz" diye bağırıyorken şu işe bi' el atayım. Sevgi'den tarifi aldım ve işe koyuldum.
Ama her aşamada hezimete uğradım; şekeri bardağa koyarken bile her tarafa döktüm, düşünün artık. Bu ilk kazaydı; sonra elle çırparım hamuru dedim ama orada bi abukluklar oldu, sonra el blendırı gibi bişey buldum, onu devreye soktum ama her yere sıçradı. Neyse ki verandada yaptım bunların çoğunu da, içerisi batmadı. Sonra portakalı rendelemek yetmedi, hamur kıvamı da tuhaf gelince, yarım da portakal sıktım içine. Bi'takım deneysel çalışmalar... Sonuçta ortaya çıkan karışımı (ki yeterince karıştırmadığımı düşünüyorum) kocaman parçalar halinde kurabiye olmak üzere fırına verdim; fırın bana 20 dk kadar sonra keke benzeyen ince bi tabaka verdi. O kadar sulu hamur olunca böyle oluyo demek ki ((: Hadi dedim önemli olan işlevi, yani tadı... Tat fena değil ama lastik gibi yahu, sakız çiğner gibi. Neredeyse bir süre çiğneyip tükürüp atılacak kıvamda. Yani kurabiyeden keke dönmesini anlayabiliyorum da bunu tam çözemedim. Teorim, fırına vermeden karışımı yeterince karıştırmamam; ama bilmiyorum da. Neyse yine de çay eşliğinde yedim; pardon çiğnedim. Bekleyince nasıl olacak ki, çok korkuyorum.
Radyo Voyage dinliyorum şu anda, pek güzel çalıyor.
Pazar günü bütün gün bahçe sınırları dışına çıkmadım. Portakal ağacının altında bir süre geçirdim; dergi okudum, uyukladım falan... Hava epey sıcaktı zaten. Akşama doğru ana bahçeyi suladım. 1 saat kadar onunla oyalandıktan ve diğer ufak tefek saksıyı, şunu bunu suladıktan sonra bakla yemeği yaptım. İlk kez yapmış olduğum bakla yemeği bayağı güzel oldu. Sarımsağına dolgun yoğurtla birlikte yedim afiyetle. Haa geçenlerde de ilk kez karnabahar (karnıbahar değilmiş valla) yapmıştım, o da güzel olmuştu mesela. Demek ki sorun hamur işlerinde.
Yat kalk, kahvaltı derken dün biraz yürümek istedim. Dere boyuna, oradan da Olimpos sapağı taraflarına yürüdüm. Az daha ilerlemişken, zaten kapalı olan hava 2-3 dakika içinde öyle bir karardı ki... Sonra gök gürültüleri arttı; dönmek mi lazım diye düşünmeye başlamışken, son derece sağanak bir şekilde gökyüzü üzerime akmaya başladı. Koşa koşa camiye sığındım; en az yarım saat, belki bir saat sonra yağmurun azalmasıyla birlikte ev yoluna düştüm tekrar. Diğer bitkileri de sulama günüydü dün ama yağmur yağınca buna gerek kalmadı. Ben de, "madem bahçe sulayamıyorum, bari yeşil mercimek yapayım." dedim ve yaptım.
Akşam da biraz internet, epey de kitap okuma (Hakan Günday - Ziyan) derken 12'yi geçerken yattım.
Sabah epey serindi; kahvaltı mahvaltı... Kum'un yalaması sonrası bir miktar tereyağının heba olması, birkaç telefon konuşması, 'kurabiyemsi kek sakızı'; bunlarla birlikte kendimle ilgili yazıp çizerek geçti. Haftaya İstanbul'a gideceğim (kalmam için şimdiden 5 kişi davet etti yahu) ve çok kalmayacağım; o yüzden yapacağım işleri yazdım bir sayfaya. Bir diğerine önümüzdeki aylarda yapmak istediğim şeyleri yazdım, bir diğerine beni mutlu eden şeyleri, bir diğerine mutsuz edenleri. Bunları yazarak görmek çok iyi geliyor, aslında bir nevi kendi mutluluk reçeteni hazırlamış oluyorsun. Mutlu edenleri tekrarlamak için vesile oluyor; mutsuz edenlerden ise uzak durmak veya -duruma göre- onları kabullenmek gerekebiliyor. Yazmadan çizmeden olmuyor hocam bu işler. Son bir sayfaya da bazı oyun isimlerini yazdım. Oyun oynamayı çok seviyorum ama aklıma gelmiyor işte. Yazılı olunca, kendime hatırlatırım, diye düşündüm.
Keyifler yerinde, evde her şey yolunda; Umman, için rahat olsun.
İşin içine un girince mertlik bozuluyor bence. Aynı sorun bende de var. bence çok güzel bir gün geçirmişsiniz. Açık havada uyuklama, yürüyüş, yağmur, güneş, kitap hepsi süper. Size şanslı günler diliyorum.
YanıtlaSilÇok teşekkürler. ((: Sevgiler..
YanıtlaSiliçim pek rahattı. gözüm hiç arkada kalmadı. ve hatta orada olduğunu, orada neleri bıraktığımı bile unuttum birkaç gün boyunca. hatırladığımda ise tatlı bi tebessümle karşıladım bu unutkanlığı. zira biliyordum ki sen de huzur içinde ve mutlusun bu minik rol değişiminde ve paylaşımda... ne mutlu bize. daha çok yapalım, yine yapalım :D
YanıtlaSilbaşka başka isimlerle yazıp kafa karıştırma udeniz ((: harikaydık, harikayız, harika olacağız!!
SilBu kurabiye tarifi harikaydi, gozumden yas geldi. :D
YanıtlaSil-blogunuzun son yazisini yazdiginizi duyurdugunuzda kesfettigim blogunuzu son iki gundur kitap gibi okuyor ve size iyi sanslar diliyorum.
hihi. pek sevindim ((:
Sil"kitap" demişken de... öyle bir niyetim yok değil ama bakalım... ((: sevgiler