Daha sık yazma ve güncelleme ihtiyacı duyuyorum bugünlerde ama nedenini bilmiyorum. Yazmak iyi geliyor.
Dün şiş mideyle güzel bir uyku sonrasında, sabah Umman'la kahvaltı eşliğinde pek güzel sohbet ettik. Sonrasında Ayşe ile konuştum ve Flora'ya doğru yola çıktım. Çantayı toparlayıp Umman'la vedalaştıktan sonra -şimdilik- son kez o güzel yoldan aşağı indim. Daha önce bahsetmediğim, muhteşem bir patika yol var aşağıya inen. Asfalttan -pek tabii ki- çok daha keyifli olmanın yanı sıra, iniş yolunu da epey kısaltıyor.
İndim aşağı, sonra bir miktar daha yürüyünce İtfaiye'nin oraya çıkılıyor. Zaten oradan 3 km aşağısı Olimpos, aşağı değil de diğer istikamete yönelince de Antalya'yı sahilden Kaş'a bağlayan ana yola çıkılıyor. Ana yoldan da, yaklaşık 10 km. kadar sonra Flora'ya sapan yola geliniyor. Yola çıktım ve daha çantamı bile indirmeden, ilk araç durdu ve Utku beni ana yola kadar bıraktı. O da Amerikanya'da okuyormuş, Elektronik Mühendisi'ymiş, doktora yapıyormuş, falan da filan. Ailesi ile tatile gelmişler Olimpos'a; kardeşinin doğum günüsü hasebiyle Kumluca'ya pasta almaya gidiyordu. O arada da ben çıktım işte karşısına. Sohbet ettik epey, o kısa yolda. O da buraların güzelliğinden, hayatta sadece istediğin şeyleri yapmanın öneminden falan bahsetti. Okulu falan da sallamış bir süreliğine. "Şimdilik salladım ama seninki kadar radikal bir karar alabilir miyim, bilmiyorum." dedi. Belli olmaz; o potansiyel vardı bence. ((: İnerken blogdan da bahsettim, not aldı. Okursa eğer, şaşıracak. ((:
Ana yola çıkmam, çantayı -bu sefer- yere bırakmam ve fakat yine ilk gelen aracın durması... Türkçü bir abimizle kısa bir yolculuk yaptık. Kalleş Rum'lardan, Türklüğün güzelliğinden falan bahsetti. Kafa salladım ben de, napiyim. Daha çok yolumuz olsa bir iki yerde müdahale ederdim ama susmayı tercih ettim. Zaten hemen geliverdik Flora'ya giden orman yoluna. En son, durmaya yakın, içinde erkek adamın küpe takmayacağını salık veren bir şiirimsi okudu, ve inerken de "yaa işte, o küpeyi çıkarmak lazım." dedi. "bakarız" dedim, yetinmedi adam, "bakma, çıkar" dedi. Bu müdahale yetkisini nereden alıyor insanlar, di mi? Çok enteresan! Ama yok, çok da şeker bir adamdı öte yandan. Zaten biraz yakından tanıyınca bir insanı, iki laklak edince, herkesin özünün çok iyi, çok güzel olduğunu görüyorsun. Ama işte hep bi karşıtlıklar üzerinden, mücadeleler üzerinden kendimizi tanımlamalar falan... Neyse, derinleşmeyeceğim bu konuda şu anda.
Geçende de, okuyanlar bilir, Alanya'da bir takım köylülerle karşılaştığımızdan bahsetmiştim. Hani kadının Burcu'yu oğluna almak istemesi falan... Bir de adamdan bahsetmiştim ya, kadının kocası. Hah işte o da çok karışmıştı mesela. Küpeye laf etti, dedim "Padişahlar bile takmış, koskoca Yavuz Selim takmış, ben niye takmayayım?"; ama yok, hiç ikna olmadı. Yetmedi sakala takıldı, sonra da kıyafete. En sonda da bağladı zaten: "Küpeyi çıkar, tıraş ol, üstüne başına da dikkat et." dedi bana. ((:
Bugüne dönelim. Muhteşem orman yolundan Flora'ya ulaştım; Selahattin ve Ayşe ile sarılıştık falan... Biraz sohbet, sonra baktım bana iş vermiyorlar, gittim biraz odun kestim. Zaten buraya gelip de odun kesmediğim olmadı hiç. Bir iş ancak bu kadar güzel olabilir bu arada. Çalışırken bir yandan yağmur yağdı az az. O an tam olarak şunu düşündüm: "Bundan daha güzeli olabilir mi yaa...". Sonra güzel yemekler, şimdi de biraz yazmaca.
Hemen yarın yola çıkıp Datça tarafına gidecektim. Bülentler'le buluşup 2 gün sonra geri dönecektim bu tarafa. Bunun çok gereksiz olduğuna kara verdim odun keserken. Gerçekten de öyleydi... Şimdi Bülentler bu tarafa gelecekler (muhtemelen Salı), ve yine muhtemelen Çarşamba günü, beraber İstanbul'a gideceğiz.
Yakında yine yazarım, gibi görünüyor. Şimdilik bu kadar...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder