Yollar çok keyifli. Birkaç gündür sürekli hareket
halindeydik. Ama bugün biraz yavaşladık.
Cuma gecesi 12 civarında Erdek’e vardık. Bülent’in annesi
biraz döktürmüş, sağ olsun. 3-4 çeşit zeytinyağlı, pilav, tavuk, kavun,
komşudan gelen bol isotlu çiğ köfte. Tam rakılıktı yemekler ama biz Avşa
Adası’nda yapılan Bortaçina şaraplarından almıştık 2 şişe, onları içtik. 3’e
kadar falan yiyip, içip, muhabbet ettikten sonra yatmayı başarabildik. Çok
keyifli bir geceydi.
Cumartesi sabahı Bülent bizi 7:45’de kaldırdı (halbuki 8
diye anlaşmıştık.). İlk iş doğruca denize girmek oldu. Tahminimizden daha
iyiydi su sıcaklığı ama çok rüzgarlıydı. Biraz yüzdük, sonra evde süper bir
kahvaltı… Tabii ki dünyaları yedim.
Öğleye doğru Yeniköy’e doğru yola çıktık. Yeniköy, Jam’i
yaptığımız yer bu arada; Çanakkale-Bayramiç’e bağlı. Yolda Çan’dan Balıkçı’nın
ihtiyacı olan birkaç malzemeyi toparlayıp oraya vardık. Özgür, bizden önce
gelmişti oraya. Sarılmalardan, öpüp koklaşmalardan sonra, doğrudan ağaçlara,
tarlalara daldık. Böğürtlenler, incirler, çeşit çeşit domatesler… Zaten bundan
sonra orada burada nasıl o kötü domatesleri yiyeceğim, hiç bilmiyorum. O nasıl
aromalar, her bir çeşidinki kendine has…
Şimdi eve geçiyoruz...
19:45 Zeyd’lerin evi'nden devam
Sonra eve geçtik. Orada Volkan ve Eda ile tanıştık. Volkan
bir aydır falan Balıkçı (Yeniköy’deki mekanın ortaklarından, Jam
katılıcılarından) ile kalıyor, orada gönüllü olarak işlere yardımcı oluyor.
İnşaat mühendisi ve bir yerde çalışıyormuş ama şehir hayatının anlamsızlığını
fark ederek kırsala geçmeye karar vermiş. Şu an için, uzunca bir süre orada
kalacak gibi görünüyor. Bu, onun hiçin hem kırsal hayatı deneyimleme şansı, hem
de bu hayatı öğrenerek, ilerleyen zamanlarda kendi hayatını da bu şekilde
kurabilmek. Ara ara küçük sohbetler yapabildik; buradaki hayatın birçok
zorluğunun da olduğundan, yapacak çok iş olduğundan ve yalnızlığın getirdiği
bir yabanilikten bahsetti. Umarım istediklerini yapabilir.
Eda da Volkan’ın arkadaşı. Sadece hafta sonu için gelmiş
Yeniköy’e. Biz gittiğimiz sırada yalnızca birkaç saattir oradaydı, sabah
gelmişti, ama “çok uzun zamandır burada gibi hissediyorum.” dedi. Köyde zaman
algısı gerçekten bambaşka. Biz de toplam 24
saat orada kaldık ama o kadar uzun süre kalmış gibiydik ki… Eda da bir şirkette
çalışıyormuş, mali işler falan, sıkıcı şeyler yani. İleride o da bu tip bir
hayata atılmak istiyor ama henüz erkenmiş galiba.
Akşama kadar sohbet ettik, güldük, Jam anılarını
canlandırdık. Birkaç bira içtik… Akşama doğru da yemek işine giriştik. Eda’yla
Volkan orada yetişen muhteşem baklalarla fava yaptılar, biz Özgür, Zeyd, ben
salata yaptık. Sonra her şey hazır olunca, Zeyd Çanakkale’den getirmiş olduğu
mantıları pişirdi bize. Sarımsaklı yoğurdu falan da hazırlamıştık zaten.
Mantılar yendi, sonra rakılar açıldı. Burcu, yeni almış olduğu maaşıyla
Tekirdağ altın seri almıştı (reklama girmek pek iyi değil ama…). O ne lezzet
yahu! İlk ikişer teklerimizi bitirince Yeni Rakı’ya düşmek zorunda kaldık ama
olsun. Kafalar güzelleşmeye başlamıştı ne de olsa.
Tabii ki müzik! Çoğunlukla Bülent, zaman zaman da Balıkçı
saz çaldılar. Özgür önce vurmalılarla, sonra gitarıyla eşlik etti. Ben de biraz
vurmalı çaldım. Çok çok keyifliydi. Rüya gibi bir geceydi. Erol Abi ve … Abi’lerin
(adını hatırlayamadım) katılımı da renk kattı. Türkülere katıldılar, zeybek ve sonrasında çiftetelli
oynadılar, … Abi birkaç uzun hava söyledi. Çok çok güzeldi. En son biraları da
tükettikten sonra odaya geçtik. Bütün minderleri, döşekleri yan yana dizdik, 7
kişi o şekilde uyuyacaktık. Bunu en son üniversitedeyken yapmıştım! Hülya’nın
tüm konuşma ısrarlarına ve susmayan çenesine rağmen (Hülya alınmıyorsun, değil
mi?) uyumayı başardık. Ama nasıl oldu, hala anlamış değiliz. Gerçi Bülent’in
taktiği faydalı oldu sanki. Söz aldı konuşmak için, ama bir cümle söyledi, 30
sn durdu, bir tane daha söyledi, yine sustu… Derken bizi uyuşturmayı başardı ve
daldık. Evet, Hülya da daldı.
Sabah bir kısmımız tarlaya domates toplamaya gitmeyi
başarabildi, ama bir kısmımız (ben dahil) uyanmayı başaramadı. 10 civarında
uyandık ve kahvaltı sofrasına oturduk. Orada yapılan muhteşem peynir, orada
yapılan muhteşem domates sosu (salça gibi bi’şey ve çok güzel), oranın kendi
domatesleri, zeytinleri ve taptaze köy yumurtaları ile harika bir kahvaltı
yaptık. Burcu’yu destek olduğu proje ile ilgili görüşme için Bayramiç’in bir
köyüne, Zeyd’i sınavına gitmek üzere Çanakkale’ye, Bülent’i eşi Neslihan’a ve
aşırı tatlı kızı Elif’e doğru uğurladık. Bülent gitmeden önce mutfağın
yanındaki avluda yine müzik yaptık biraz. Bi’ ara doğaçlama çaldık ve uyum
harikaydı. Bayağı bayağı heyecanlandım. ((: Sonraki birkaç saati de salçanın
yapımını izleyerek ve biraz da yardımcı olarak, sohbet ederek geçirdik. Bir
ara, Jam’de etkinliklerin yapıldığı bölüme geçtik, Hülya, Özgür ve ben. Bir
süre konuşamadık bile. 45-50 gün önceki hallerimiz, diğerleri geldi aklımıza. 7
gün aralıksız bir arada, ve o küçücük mekanda olunca, herkesi o kadar
özümsemişiz ve mekanla birleştirmişiz ki, tek tek gördüm sanki herkesi. Hatta
oturdukları yerlere, oturma şekillerine kadar orada bizimleydiler. Çok ilginç
bir duyguydu. Sonra Balıkçı da katıldı bize. Dördümüz biraz sohbet ettik,
içimizden geçenleri paylaştık. Güzeldi yine, çok güzeldi…
Akşamüstüne doğru da yola çıktık. Volkan bizi kamyonetle
anayola çıkardı. Giderken ve gitmeden önce de, sürekli, böyle bir kamyonetin
kasasında uzun yol yapmak istediğimi söyledim, durdum. Oradan Balıkçı Bursa
tarafına doğru, biz de tam ters tarafa, Çanakkale’ye gidecektik. O otostopla 3
araçla Çan’a gidebilmiş, sonrasında “normal” yollarla devam etmiş. Biz de çok
az araç geçen o yolda epey (belki 45 dakika kadar, belki daha az) bekledikten
sonra, bir kamyon durdu ve bir dileğim daha gerçekleşmiş oldu. Hülya ön tarafa
oturdu, biz Özgür’le kamyonun kasasına atladık, Ezine’ye kadar o şekilde gittik.
Çok keyifliydi de, sabah o araçla kiremit taşımış olmaları ve bahsi geçen
kiremitlerin tozlarının araçta kalmış olması bizi mahvetti. Gözümüz, kulağımız,
saçımız, her yerimiz tamamen kiremit tozu ile kaplandı, 1 saatlik yolculuk
sonunda. Gözümüzü açamadan, ayakta, demirlere tutunarak tuhaf ama bir yandan da
keyifli bir yolculuk yaptık. Özgür, sonlara doğru yerde duran PVC kapılardan
birinin üstüne yattı. Ezine’de indik, oradan da başka biri bizi arabasına aldı
ve Çanakkale’ye kadar getirdi. Bu arada adamın soyadı Gezgin’miş, bir çocuğa
verilecek güzel bir isim olabileceğini konuştuk. Bir yandan da çok sorumluluk
yüklemek gibi gerçi…
Çanakkale’ye vardık, Zeyd ile buluşup eve geldik, banyoda
kiremit tozlarından arınmayı başardık. Sonra dışarı attık kendimizi. Burcu da
işini bitirip katıldı bize, balık ekmek yedik, sonra Kordon’a gidip güzel bir
dondurma, sonra birer bira aldık ve deniz kenarında oturduk. Çok keyifliydi
sohbet, güzel fotoğraflar da çektik. Üşümeye başlayınca eve doğru yola çıktık
ama yemeye de devam ettik. Önce mısır, sonra kokoreç, eve gelince de şarap.
Evet, yedik içtik birazcık! ((:
Sonra maalesef Hülya ve Burcu’nun otobüs saatleri geldi. Tam
zamanlı çalışan bu arkadaşlarımızı İstanbul’a uğurlayıp eve döndük biz. Özgür
ve Zeyd’le sohbete ve kalan şaraba devam ettik. Çok yorgundum ben, çok iştirak
edemedim ama gidip yatamadım da bir türlü. Yarı kapanan gözlerle takıldım
onlarla. Konu en son ilişkilere falan da gelmişti ne güzel ama gözümü
açamıyordum artık. Epey geç saatlerde yatmayı başardık.
Son zamanların en uzun uykusunu uyudum; Zeyd’in telefonu
çalıp uyandığımızda saat 12:30 idi. Kendime gelmişim nihayet! Kahvaltı, sohbet…
Gitme sırası Özgür’e geldi, akşamüstü onu da gönderdik ve kaldık Zeyd’le.
Kordon’da yürüyüş, Çanakkale’yi sevmece… Küçük bir şehir ama pek güzel, pek
yeşil, pek sakin, ucuz da… Sonra annesi Leman Abla’nın işlettiği Le Mantı’ya
gittik, bir şeyler atıştırdık, oradaki çay ocağından koruk suyu içtik. Ne
güzeldi yahu… Birkaç saat takıldıktan sonra eve geldik, şimdi de yazıyorum
işte…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder